Asrın delisi olmak

Hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.
Sürünenlerden mi, yürüyenlerden mi, koşanlardan mı olmak istersiniz?
Biz ve koşmak öyle zor ki!
Ayaklarımızı, ellerimizi, gözümüzü ve gönlümüzü bağlayan bunca şeye rağmen mi?
Öyle garip dertlerimiz, var ki.
Ben küçük dertlerin konuşturup büyüklerin susturduğunu düşünenlerdenim.
Mesleğimi icra ederken, insanların nasılda sorunlarını büyük görmeye meyilli olduğunu fark eder birazda espiriye boğarak ‘bunlar çerez gibi geldi, bana dişimi kıracak ceviz getirin ’demekten kendimi alamam.
Söylemek istediğim sorunu ve sorunlu insanları suçlamak değil, elinden tutup kaldırmak ve daha beterleri olduğunu hep kendimizden iyi durumdakilere değil kötü şartlardakilere bakmayı öncelemek.
 Aslında yeni bir bakış açısı kazandırmak diye düşünüyorum işimi. Dünya ve dünyalık olduğunda kendimizden kötü durumdakilere, Ahiret söz konusu olduğunda ise kendimizden iyi olanları rol-model seçmek, ibret almak geride kalanlardan, yarışmak öne geçenlerle.
Şimdi size dert deyince ne anladığımı örneklerle anlatmak istiyorum.
Hiç taşlandınız mı siz?
Hiç uzun süre aç kaldığınız için karnınıza taş bağladınız mı?
 Hiç dişiniz kırıldı mı?
Hiç iftiraya uğradınız mı?
Hiç bütün bir şehir sizi ve ailenizi konuştu mu günlerce?
Hiç dininden dönmezsen ölüm orucu tutarım deyip, en yakınlarınız karşı çıktı mı diriliş mücadelenize?
Ya babasız çocuk yetiştirdiniz mi Hz. Meryem gibi?
Kovuldunuz mu yaşadığınız topraklardan?
Karada gemi yaptınız mı hiç?
Dağlar gibi dalgalar arasında seyrederken geminiz, evladınız tarafından reddedildiniz mi? ‘Bizimle gel’ teklifiniz?’
Evladını kurban et bu bayram’ dense edebilir miydiniz?
Çölde aç, susuz, kucağınızda bir bebek sabahlarken su diye koştunuz mu?
Yanan kumlara inat bir sağa bir sola, umutla yakardınız mı hiç?
Hakkınızda ölüm fermanı çıkıp ardınıza ajanlar takıldı mı? Bir hurma ile sadaka verdiniz hiç?
Yatağınızın izi çıktı mı vücudunuza?
Hangi birini sayayım bilmem ki!
Oysa bizim ne farklı bir yaşam tarzımız var…
Bir türlü iki ucunu bir araya getiremediğimiz bütçelerimiz, taksitleri bir türlü bitmeyen mobilya ve beyaz eşyalarımız, evlerimiz, arabalarımız, yılbaşlarında ışıklarla ve çam ağaçları ile süslenen süper marketlerimiz, mağazalarımız, devasa boyutta her cadde başında gözümüzün içine sokulan reklâm panolarmız, haramı- helali, temizi- pisi, çokta bilmeden sorgulamadan tepeleme doldurduğumuz alışveriş sepetlerimiz, arabalarımız, her dini bayramı sulandıran, Ramazan’ı şekerle, Kurban’ı etle ilişkilendiren medyamız, sürekli felaket tellallığı yapan, hiç iyiden, güzelden, erdemden, ahlaktan örnekler sunmayan kanallarımız, ahlaksızlığı, seviyesizliği, argoyu ilke edinmiş dizilerimiz, sabahtan akşama, akşamdan sabaha durmaksızın çocuklarımızın beynine çizgilerle hükmeden, gizli karelerle yönlendirip şekillendiren tek tipleştiren sözde çocuk kanallarımız…
Birey olmakla sürü olmak, şahsiyet geliştirmekle vücut geliştirmek, hayatı okumakla magazin-spor gazetelerini okumak, inandığını yaşamakla yaşadığına inanmak, kararlı olmakla inatlaşmak, yürümekle yerinde saymak, ilmiyle amel etmekle Ku’rani ifade ile kitap yüklü eşek olmak, dik durmakla asiliğin, mutlu olmakla şımarıklığın, vermekle saçıp savurmanın, seçim yapmakla tombala çekmenin, aile kurmakla dost tutmanın, sorumluluk almakla suçlu aramak, saç taramakla fotomodelliğe soyunmak, medeni olmakla modaya uymak, biz olmayı bir türlü başaramayan gençlerimiz var bizim…
 Örtünmekle süslenmek, iktisat ile israf, itidal ile şatafat, zerafet ile gösteriş, Allah’ın boyası ile şeytanın boyası, hayatın gerçekleri ile tv dizileri, öz konuşmak ile boş konuşmak, sevmek ile maymun iştahlılık, gülümsemekle kahkaha atmak, yemek ile tıkınmak, ağlamak ile isyan ederek ağıt yakmak, bilmek ile bilir gibi davranmak, inanmakla inandım diyerek bırakılıvereceğini sanmak, arasındaki farkı fark edemeyen çokta sorgulamayan genç kızlarımız ve hanımlarımız var bizim…
Ev ile iş, iş ile kulluk, helal ile haram, mahrem ile namahrem, sadakat ile ihanet, sabır ile acziyet, ciddiyet ile şiddet, izzet ile zillet, kariyerle babalık, komutanlıkla kocalık, sevgi ile tutku, iktisat ile cimrilik, kol kanat germekle kul köle olmak arasındaki farkı fark edemeyen eşlerimiz var bizim…
Hani ‘Siz onları (Asrı Saadet Müslümanlarını) görseydiniz DELİ derdiniz!
Onlar sizi görselerdi Müslüman demezlerdi’ diyor ya bir güzide insan.
Sığınırım insanların Melikine,
Sığınırım insanların Rabbine,
Sığınırım insanların İlahına ve şeytanın –şeytanlaşmış insanların şerrinden.
Selam olsun ASRIN DELİLERİNE...