Ateistler ve Deistler, evren içerisindeki her işleyişi yasalara bağladığından, ilk olarak bu konudaki "illallah"a dair tezimizi delilleriyle ortaya koymalıyız. Böylece hayat, ilim, irade, kudret, adalet (düzen), merhamet, hikmet, ilim gibi vasıflara sahip olduğu iddia edilen bir Yaratıcı ilaha davet edildiğini muhataba iletmiş oluruz. İleri sürdüğümüz bu tezden sonra, küfür üzere olan kişi iman etmezse, maddenin işleyiş yasalarının mutlak sebep olamayacağını delilleriyle bahsederek, "la ilahe" inancını aşılamalıyız.
"La" diyebilmek için önce "illa" meselesini iyice öğrenmek ve anlamak gerekiyor. Çünkü Ademoğlu bebeklikten itibaren herşeyi kıyasla öğrenir. "İlla" konusuna dair her delil, hem "illa" , hem de "la" inancını kuvvetlendirir. "La" konusuna dair her delil de, hem "la" inancını, hem de "illa" inancını kuvvetlendirir.
Evren ve insan ayetindeki Allah'ın sıfatlarının, isimlerinin ve fiilerinin görülebilmesi için çaba harcamak, "la" ve "illa" inancını kuvvetlendirmek adına zorunludur. Kur'an-ı Kerim'in ve Rasulullah'ın davetinde bu zorunluluk göze çarpmaktadır. Kur'an-ı Kerim'deki iman konulu ayetleri, bu perspektifle de tefekkür etmeliyiz. Böylece tespit edeceğimiz "La ilahe" ve "illallah" delilleri vesilesiyle, Ateist ve Deistlerin sebeplere verdikleri zanni hakimiyeti zail edecek olan hak inancı kalbe yerleştirmeye imkan doğar.
"İllallah" inancını oluşturan, Allah'ın varlığı ve birliğine dair bazı nükteler
Rüzgarın oluşması, yağmurun yağması, Güneşin doğması, yaprağın düşmesi gibi faaliyetlerde görülen sebep-sonuç ilişkilerinde, sonuca etki edenin mutlak olarak sebepler olduğuna dair, Ateist ve Deistlerde bir inanç var.
Bilimsel verilere göre; rüzgarlar aşılayıcı olarak bir fayda sağlar, yağmurlar bir ölçüyle yeryüzüne iner, güneş belli bir hesap içerisinde hiç şaşmadan hareket eder. Bu gibi ayetler, bir düzen sahibine, sonsuz ilim sahibine, sonsuz merhamet sahibine, sonsuz bir kudrete işaret eder. Bir sanat eseri olan şaheser, mimarının özelliklerini tarif eder. Bilim yapanlarda aynen bu şekilde, sonuçlar üzerinden bu gözlemsel mantığı kullanarak, sebepleri bulmaya çalışır. Hipotezler, teoriler, kanunlar bu mantıkla tespit edilmeye çalışılır.
O zaman Kitabullah'ın da öğrettiği bu gözlemsel mantık üzerinden, bir portakalı nasıl yiyebildiğimizi bir tefekkür edelim:
* Evrende tüm varlığın birbirine yardım etmesiyle, canlı ve cansız olan her şeyin birbirine ihtiyacı olduğunu anlıyoruz. Güneş'in ısı ve ışığı olmazsa hayat olmaz. Güneş olmayınca, canlıların ihtiyacı olan fotosentez olmaz ve oksijen oluşmaz. Dolayısıyla bitkiler, hayvanlar ve insanlar hayatta kalamaz.
* Güneş olsaydı ama bitkiler olmasaydı, hayvanlar ve insanlar için yaşam yine olmazdı. Böcekler olmasaydı, bitki türleri yok olurdu ve meyveler, sebzeler birer hayal olurdu. Her şeyimiz olsa ama yeryüzündeki suyumuz çekilip alınsa yaşayamayız ve yok oluruz. Yağmurlar hiç yağmasa veya azot ve oksijen dengesi olmasa yine hayat biter. Ucu herşeye dokunan zorunlu yaşam zinciri bir yerinden kırılırsa, hayat diye birşey kalmaz.
* Kara deliklerin süpürge görevi görmesi, atmosferin Dünya'yı koruması, Dünya'nın yörüngesinden çıkmaması gibi evrendeki hassas ayarlar olmasaydı, yaşam olmazdı. Her şeyimiz olsaydı ama yer çekimi olmasaydı, yine yaşayamazdık. Yaşam zincirinin oluşmasına vesile olan bu gibi zorunlu ihtiyaçlardan biri yok olsaydı, bir şehrin ana hattındaki elektrik şartelinin indirilmiş olması gibi hayatın durmasına vesile olurdu. Yaşamı oluşturan sonsuz sayıdaki kusursuz işlem yok olmaya mahkum olurdu.
* Atomlar amino asitlere, amino asitler proteinlere, proteinler hücrelere, hücreler dokulara, dokular organlara dönüşürek bir insan oluşur. İnsanın var edilmesi de yetmiyor. İnsan bedeninde milyonlarca hücrenin yenilenmesi, kalbin çalışması, nefes alınabilmesi ve nefes verilebilmesi gibi yaşam için zorunlu işlerin ve bedendeki hassas ayarların her daim devam etmesi gerekiyor. Aksi halde, etrafı yığınla çeşitli yiyecekler dolu olsa bile insanın yaşamı sona erer.
* Eğer mis gibi bir portakalı yemeyi istememizin sağlayan beynimiz olmasaydı… Yiyebilme isteğimizi tetikleyen, portakalın tadını bilen tad alma reseptörlerimiz olmasaydı… İştahımızı ortaya çıkaran bir hormon olmasaydı… Portakalın bizim için odundan farkı olmaz ve portakalı yemeyi bile dilemezdik.
* Bir portakalı yeme isteğimizin beynimizde oluşabilmesi sonrası; beyin sinyalleri, sinir hücrelerimizi ve pazu kaslarını harekete geçirerek, portakalı elimize alıp, ağzımıza götürebilmemizi sağlar. Bu işlemlerin oluşabilmesi için iştahımızı ortaya çıkaran bir hormonun, beynimizdeki sinyallerin, sinir sistemimizin, kas sistemimizin, iskelet sistemimizin, kalbimizin çalışıyor olması zorunludur.
* Yediğimiz pek çok besin gibi portakal da; ağzımızdaki dişler, dil ve tükürük bezleri yardımıyla, ilk sindirimi gerçekleşir. Daha sonra da mide ve bağırsaklardaki sindirimden geçerek, kanımıza ve hücrelere mükemmel bir şekilde karışır. Vücudumuzun, hiçbir sorun teşkil etmeden portakalı rahatlıkla özümsemesiyle, başka zaman yine portakal yemeyi dileyebiliyoruz.
* Mis kokulu bir portakalı bile yiyebilmemiz, evrendeki ve insan bedenindeki dengeli, düzenli ve hassas işleyişin bir an bile durmadan devam etmesine bağlıdır. Portakalı yediğimizi zannediyoruz. Halbuki özgür irademizle tercih etsekte, yedirtiliyoruz.
Güneşe olan zaruri ihtiyaçtan, portakalın oluşmasına ve portakalı yiyebilmemize kadar olan tüm süreçte, evrende ve insan bedeninde her an gerçekleşen hadiselere etki eden kuvvet sahibi olan bir varlık aranır. İnsan aklı böyle çalışır.
İnsan, bu şekilde düşünebildiğinden dolayı bilim yapılabiliyor. Çünkü Newton, bir cismin hareket etmesini ve durdurulabilmesini, bir F kuvvetinin olmasına bağlar. Bu bir fizik yasasıdır. Öyleyse, evrendeki ve insan bedenindeki atomları bir düzen içinde harekete geçiren bir "F kuvveti" var. Biz, bu F kuvvetini kudret elinde bulunduran vacib-ül vücud (varlığı zorunlu) olan zata, Allah diyoruz.
Bir ülkenin elektrik şarteli, tek bir ana hattan indirilirse, o şehirde hayat durur. Elektrik akımını sağlayan atomlar, bilimsel yasalar bu duruma engel olamaz. Elektrik şarteli kaldırılırsa hayat devam eder. Evrendeki düzenin hiç bozulmaması; adalet, merhamet, ilim, hikmet irade, kudret gibi sıfatlarla elektrik şartelinin kaldırılmış olduğunu, anlık olarak kudretsiz atomların harekete geçirilip, evrene ve insana dair müsbet müdahaleler yapıldığına işaret eder.
Yaratanın evren gibi bir muazzam eseri yaratması, evrendeki şu an gerçekleşen faaliyetleri de Yaratıcının yapabilecek güçte olduğuna delildir. Deistlerin, kendi zanlarına uyması sonucu, Yaratıcının evrendeki hakimiyetini ve faaliyetlerini; kör, sağır, dilsiz, akılsız atomlara paylaştırması, akleden bir kalbe ters düşer. Hiçbir Deist, hakimiyeti olan bir beldedeki gücünü, başkasıyla paylaşmaya yanaşır mıydı?
Bir makine aynı ürünleri üretmek için kurulur. Bir ürünün bu şekilde tek elden üretilmesi en kolay yoldur. Birbirine benzemeyen ürünleri farklı makinelerden üretmeye çalışmak ise en zorudur. Her bir farklı ürün için farklı makineler üretmek gerekir. Diğer bir seçenekte ise, tek bir makinedeki yazılımı, her farklı ürün için her saniye değiştirmek gerekir. Sayısız farklı makineden üretim yapmak, tek bir makineden üretim yapmaya göre çok daha zordur.
Evrendeki birbirinden farklı sayılamayacak kadar varlık bir Yaratıcıya atfedilmezse, sayısız çeşitlilik içinde sayısız şirk makinesi üretilmiş olduğu kabul edilmiş olur. En zor yol tercih edilmiş olur. Mümkünatı daha zor olan bu ihtimal, akla en uzak olanıdır. Halbuki şartel örneğindeki gibi, tek elden her an çeşitliliğin var edilmesi, daha kolay olduğu için akla en uygun olandır. İnsan tarafından kabul görmeye en layık olandır.
Her birimizin kusursuz simasının ve parmak izlerinin faklı olması, hergün hayata yeni katılan insanların ve diğer canlıların olması, milyonlarca hücremizin yenilenmesi, mevsimlerin değişmesi gibi her farklılık, her an bir yaratma olduğuna ve tek kudret elinden çıktığına işarettir. En muhtemel olan, akla en uygun inanç budur.
"La ilahe" inancını kuvvetlendiren, Allah'ın varlığına ve birliğine dair bazı nükteler
"La ilahe" inancı, sebeplerin yaptığına inanılan şeyleri sebeplerin yapmadığını izah eder ve sebepleri "illallah" inancına bağlar.
Doğadaki yaşam zinciri bu kadar hassas dengelere bağlı iken, hayatımızı tehlikeye sokacak olan etkenlerden bizi ve var olan bu düzeni; kudreti, ilmi, merhameti, hikmeti olmayan atomlar koruyamaz.
Kışın C vitaminine ihtiyacımız oluyor. Kışın bizim için toprak vasıtasıyla, ihtiyacımız olan C vitamini deposu portakal ortaya çıkıyor. Dilimizde barkod okuyucu varmış gibi tad alma reseptörleriyle mis gibi portakalın tadını tanıyoruz. Portakalın sindirimi vücudumuzda kusursuz yapılarak, kanımıza ve hücrelerimize bir fayda sağlayarak karışıyor.
Halbuki portakalın oluşmasında yer alan hava, toprak, Güneş, portakalı oluşturan atomlar ve insan bedenindeki atomlar birbirlerini tanımadığı, görmediği halde bu mükemmel işleyiş her daim devam ediyor. Tüm bunları, birbirlerinden habersiz cansız ve ilimsiz atomlara vermek yerine; merhamet, hikmet, kudret sahibi Yaratıcıya vermek daha mantıklıdır.
Ateistler, varlığın oluşmasına sebep olarak atomların titreşmesini öne sürüyorlar. Peki birbirini tanımayan cansız, ilimsiz, iradesiz, kudretsiz, merhameti olmayan atomların titreşimiyle düzen içinde bir varlığın oluşmasına etki eden nedir? denilince bilim bir gün bunu açıklayacak diyorlar. Halbuki soyut olan inançsızlık ve inanç meselesini bilim açıklamaz. İnsanlar, varlığı bilimle gözlemleyerek, her biri inanç olan çeşitli yorumlar yaparlar.
Gökyüzünde atomlardan oluşmuş, "Bizi cansız, iradesiz, kudretsiz, ilimsiz bir varlık buraya koydu" diye bir yazı olsaydı… Bu yazı da hergün belirli bir hesaba ve yasaya göre hareket ediyor olsaydı… Gündüz ortaya çıkıp, gece kaybolsaydı…
Ateist ve Deist böyle bir şeyle karşılaşınca ilk olarak, "bu yazıyı kim yazmış" der. İradeli, ilimli ve hayat sahibi bir varlığın bunu yaptığını ilan eder. "İlmi, iradesi ve hayatı olan bir varlığın müdahalesi olmadan, belli bir hesaba ve yasaya göre bu yazıyı, atomlar yaptı" desek, inanmazlar. Çünkü insan aklı böyle çalışır. Akıl böyle çalıştığından yani bir sebep aradığından dolayı zaten bilim yapılabiliyor. İnsan aklı böyle çalıştığından dolayıdır ki Newton, bir cismin hareket etmesi ve durdurulabilmesi için bir F kuvvetinin gerektiğini söyler. Bilim bu inançla yapılabiliyor.
Ateist ve Deistlerin, Gökyüzündeki yazı örneğindeki gibi benzer mantıki çıkarımları, Güneş'in şu anki faaliyetlerinin müsebbibi olan "F kuvveti"nin sahibi için de düşünebilmeleri, aklın gereğidir. Bedenimiz güneşten dolayı ısındığında, ısının asıl kaynağının bedenimizdeki atomlar değil de Güneş olduğunu biliriz. Bir denize Güneş ışığı vurduğunda, ışığın asıl kaynağının denizdeki atomlar değil de Güneş olduğunu biliriz. İşte, Güneşi harekete geçiren F kuvvetinin müsebbibini yani asıl hakiki kaynağı hesaba katmakta aynı mantık kuralının gereğidir.
Suat Altınbaşak