Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri


Her ne kadar 100 yıl önceki sosyal, siyasal ve iktisadi düzen söz konusu olsa da Bediüzzaman olaylara o anki şartlara uygun açıklamalar yapmamış daha geniş bir perspektiften bakmaya çalışmıştır. Bu nedenle günümüzde yaşanan olaylara dahi ışık tutmaya devam etmektedir. Eğer Bediüzzaman’ın esas olarak ele aldığı ilkelere dikkat edilir ise olayları çok daha derinlemesine inceleme yapabilme imkânına kavuşabiliriz.

İşte bu açıdan yaklaştığımızda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB’nin küstah açıklamalarına karşı verdiği cevaplar yerinde ve doğru olduğu sonucuna varabiliriz. Bu konudaki analizi okumanızı öneririm.

Öncelikle Bediüzzaman 100 yıl önce ne söylemiş bir buna bakalım. Osmanlı Devletinin mağlubiyeti sonrasında yaptığı analiz çok önemlidir. Sünühat isimli eserinde şöyle
diyor:

“Demek, biz mağlûbiyetle ikinci cereyana takıldık ki, mazlumların ve cumhurun cereyanıdır. Başkalarından yüzde seksen fakir ve mazlumsa, İslam’dan doksan, belki doksan beştir.“Âlem-i İslâm şu ikinci cereyana karşı lâkayt veya muarız kalmakla hem istinatsız, hem bütün emeğini heder, hem onun istilâsıyla istihaleye mâruz kalmaktan ise, akilane davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip, kendine hâdim kılmaktır. Zira düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki, düşmanın dostu, dost
kaldıkça düşmandır.

Şu iki cereyan birbirine zıt, hedefleri zıt, menfaatleri zıt olduğundan; birincisi dese “Öl!” diğeri diyecek “Diril!” Birinin menfaati zarar, ihtilâf, tedenni, zaaf, uyumamızı istilzam ettiği gibi; ötekinin menfaati dahi kuvvetimizi, ittihadımızı bizzarure iktiza eder.

Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zail oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı… 

Şimdi bu sözleri günümüz şartlarına göre yorumlayıp değerlendirmeye çalışalım. Şark ve Garp tabirleri; doğu ve batı anlamına gelir. “Şark” denilince; İslamiyet’in ve ekseriyetle diğer dinlerin çıktığı, geliştiği ve yayıldığı mekân ve coğrafya manası, “Garp” denilince de; felsefenin ve fikrin çıktığı ve geliştiği yer ve mekân anlaşılabilir. 
Dinlerin yayılması ve Yunan felsefesinin gelişmesi ile birlikte doğu ve batı medeniyetleri birbirine kavuşmuş, karışmıştır. Bununla birlikte, dinin ve felsefenin membaı ve kaynağı olan yerler, merkezi ve asli hüviyetini uzunca bir müddet korumuş hatta zamanımıza kadar ulaşmasına yol açmıştır. İslamiyet özellikle doğuda ve bu coğrafyada yaşayanlara temel olmuş ve yön vermiştir. Felsefe ise, büyük ölçüde batıyı ve batı insanlarını etkilemiş onları yönlendirmiştir.

Din ve felsefenin birleştiği ve ayrıldığı noktalar vardır. Dinden mahrum kaldığında felsefe; zulme, ahlaksızlığa, inançsızlığa hizmet etmiştir. İşte Avrupa ve Batı medeniyetinin ortaya koyduğu değerler ortadadır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonucunda bütün dünyayı adeta kan gölüne çevirmişler daha sonra ortaya çıkan komünist ve kapitalist düşüncesi ile aynı şiddet ve zulüm devam etmiştir. O halde “Evet, ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!”demeli ve Avrupa dilenciliğinden kurtulmaya çalışmalıdır.