Geçim yani maişet için geçerli ve tabii yol:
1. San’at
2. Ziraat
3. Ticarettir”.
Bediüzzaman Münazarat isimli eserinde bu konuya açıklık getirerek devlet kapısında dilencilik manasında olan memuriyetin ülkemizin gelişmesinde ne derece olumsuz etkisi olduğunu ifade etmiştir.
“Biz, gayr-ı tabiî ve tenbelliğe müsaid ve gururu okşayan imaret maişetine el atıp, belamızı bulduk… Gayr-ı tabiî ise, memuriyet ve her nev’iyle imarettir. Bence imareti, ne nam ile olursa olsun, medar-ı maişet edenler bir nevi cerrar ve aceze ve seeledir. Fakat hilebaz kısmında… Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nevi çingenelik eder. İşte memuriyet filcümle ve askerlik bilcümle bizde olduğu için, servetimizi israf eline verip neslimizi etrafa saçıp zayi’ ettik. Eğer öyle gitse idi, biz de elden giderdik”.
Bediüzzamandüşmanlarımızı üç başlıkta belirlemiştir.
1. Cehalet
2. Zaruret
3. İhtilaf
• Cehalete karşı Eğitimi;
• Zaruret denilen fakirliğe ve geri kalmışlığa karşı: Temel meslekler yani “ziraat, ticaret ve sanatı” tavsiye eder.
• İhtilafa karşı: İttihadı esas tutar.
Memuriyeti ve idareciliği temel meslek olarak görmeyen Bediüzzaman, memuriyet ve idareciliğin geçim kaygısı ile değil, millete hizmet etmek amacını taşıması gerektiğine dikkat çeker.
Bir ülkenin kalkınması müstahsillerin çoğalması ve müstehliklerin az olmasına bağlıdır.İktisat Risalesinde şu şekilde ifade edilmiştir:
HAŞİYEİktisatsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır. Herkes gözünü hükûmet kapısına diker. O vakit hayat-ı içtimaiyenin medarı olan san’at, ticaret, ziraat tenakus eder. O millet de tedennî edip sukut eder, fakir düşer. ) terk edip, gayr-ı meşru, külfetsiz bir malı arar. Ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder.
Bir ülkede üreticiler azalır, tüketiciler çoğalırsa o ülke fakir düşer. Memurlar ve idareciler tüketici sınıfını teşkil ederler. Toplum hayatının devamı ve ihtiyaçlarının giderilmesi ancak sanat, ticaret ve ziraat alanındaki üretime bağlıdır. Şayet ihtiyaçtan fazla üretim olursa o zaman ülke halkı fazlasını dış ülkelere ihraç ederek ülke kalkınmasına ve zenginliğine hizmet etmiş olurlar. İsrafa alışan idareci ve memurların çok olduğu, tüketimin arttığı, üretimin azaldığı, herkesin gözünü devlet kapısına diktiği bir ülke fakir düşer.
Hürriyet ve Ulus Devlet Anlayışı
Ülkenin kalkınmışlığı ve geri kalmışlığı da yine ülke idaresinin hürriyetçi olup olmaması, demokratik değerlere sahip çıkıp çıkmaması ile doğru orantılıdır. Bilhassa ırkçılığı devlet politikası haline getirmiş ve devletçiliği ilke olarak benimsemiş bir “ulus devletin” ülkede yaşayan farklı ırk ve kökenden gelmiş, farklı dil ve kültüre sahip insanları şevk ve gayrete getirerek ülke kalkınmasına katması zordur. Böyle bir devlet tabiatı icabı monopoldür; yani tekelcidir. Tekelcilik ise kendisinden başkasına hayat hakkı tanımaz. Ekonomik monopolcülük de “serbest girişimi” önler.
Demokratik ve hürriyetçi değerlere değil de ulusal değerlere önem veren ve bunu halkının zihniyetine yerleştiren bir devlet yapısında halk devlete bağımlı hale gelir. Her şeyi devletten beklemeye başlar. Halka göre devlet her şeyi yapabilir. Ekonomiyi büyütür, insanları eğitir, besler, iş sahibi yapar, ticaret yapar, korur. Fakirliği ortadan kaldırır. Hatta devlet vatandaşlarının düşüncelerine ve inançlarına müdahale eder ve nasıl yaşamaları gerektiğine karar verir.
Bediüzzaman kendisine sorulan “Eskiden Müslümanlar zengin, ecnebiler fakirdi; şimdi ise durum tersine döndü. Sebebi nedir?” sualine verdiği cevabında özetle şunları söyler:
Her şeyden önce “Leyselil insane illa ma’sa- Kişiye çalıştığının karşılığı vardır” yani çalışmasının karşılığını mutlaka görecektir ayetinden kaynaklanan çalışma meyli ve “Çalışan ve helal kazanan Allah’ın sevgili kuludur” hadisinden kaynaklanan...