Türklerin Orta Asya’dan Moğol baskısı ve kıtlık yüzünden “Göç göç” inlemeleri arasında akın akın Anadolu’ya aktığı zamanlar. İlahi gücün ışığından yoksun biçare gönüller, çarpacak yer arama telaşındayken, Can Ocakları, alevleriyle bu gönülleri hem ısıtmak hem de aydınlatmak için birer birer Anadolu’da yanmaya başladılar.Can ocakları, özünü İslam’ın ruhundan alan bir ruhu, ham toprakların vatanlaşmasında maya olarak kullandılar. Allah’ın kitabı, Peygamber Efendimizin (s.a.v) sünneti, can ocağında pişen aşın mayasıydı. Yeni yurtlarında insanların içlerini tüm çirkinliklerden arındırmak, tertemiz ruhların yaşayacağı bir yurt hazırlamaktı gayeleri.
Nasihatleri açıktı: “Sahibi olacaksan kendi nefsine sahip ol.”
Hak ehli halk içredir. Göz ayağa bakmak, gönül Allah’a varmak içindir. İnsanı sev, kötüye iyilik eyle, kalb dönektir onu vakıf eyle, hem de zikr  eyle, dediler.
Serhalka-i sine rişan ( Göğsü, gönlü yaralıların ) erenleri, insanların huzuru için çabalamış bu çabalarında insanlara değil kendi özlerine çile çektirerek insan-ı kamil olma yoluna girmişlerdir. Kur’an-ı Kerim ışığından ayrılması imkansız bir pervane ömrü, kutsal bilmiş, Resulullah’ın sözlerinden çıkmayan bir çizgi çizmişlerdir hayatlarına. Gönül terleri emeklerine karışmış bu zatlar, ham gönülleri ve karanlık ve bomboş yüreklerin imanla, insan sevgisiyle, Allah aşkıyla beslenmesi için, Can Ocaklarını, Anadolu’nun bir çok yöresinde yakmışlardır. Gönlün bahçevanları, “kini de kanı da sevgi temizler” düsturuyla yola çıkmışlardır.
Asr-ı Saadetten bugüne “Muhabbet Kandili” ni söndürmeyen, her çağın inananına bu emaneti geçiren ocaktır, Can Ocakları!
“O ne emir verdiyse tutun” sözünde saklıdır sırları. Bütün sevgilerin başına Allah ve Peygamber sevgisini koyarak, her inanan kalbe Resullulah’ın (s.a.v) hükümlerini öğretmek ve inancını onun sevgisiyle kuvvetlendirmeyi kendilerine rehber edinmişlerdir.
Allah’a yakın olmak için “ben özümü Allah’a teslim ettim” samimiyetiyle muhabbette olmak ve ruhlarını ihlasla, teslimiyete giden yolda, O’na yakınlaşmak için, Hz. Muhammed (s.a.v)in yolunu takip etmişlerdir. Bir canın gerçek olgunluğu bu yolu bitirmesiyle oluşur. İnsanı huzurlu, merhametli, sabırlı, vicdanlı kılan, içinde ki bu Allah ve Peygamber sevgisidir. O sevgi ve inançtır ki insanı tüm dünyevi kötülüklerden uzak tutar. Kur’an’daki ilahi mesajların insanlığa ulaştırılması ve hayatların bu mesajların yol göstericiliğinde düzenlenmesidir amaçları.
Kilitli kapıların anahtarlarına ulaşmış, üçler, yediler, kırklar’dır bu ocakların ateşlerini yakanlar, Allah’ın yeryüzüne gönderdiği “Allah Adamları”dır onlar.
“Bizi Allah gönderdiyse bilin ki hayr içindir” dediler!
Kimse bilmez onların sırlarını. On iki bin problemi bir yol boyu çözdülerde akıl erdiremediler kendi yalnızlıklarına. Hiç bir sarsıntı yokken on dört şehrin yıkılışını seyrettiler, Save Gölünü bir anda kuruttular, İstihrabat şehrinde sönmeyen ateşi söndürdüler, emanetin en küçüğü bile bilinen ağırlığından daha ağırdır deyip, sağ avurtlarında Peygamber emaneti hurmayı taşıdılar. Karaçuk Dağını ortadan kaldırdılar, dualarla kutsal sofralar kurdular, Hızırla sohbet edip, bir başka coğrafyada yaşadıkları halde yıllarca Cuma namazlarını Mısır’da Cami’ülEzhar’da kıldılar…..
Hemedanlı Yusuf, sırların sırrına erdi. İlk ateşi, Merv’de Şeyh Yusuf Hemedani tarafından tutuşturuldu bu ocakların. Sevgiyle, sabırla, merhametle, vicdanla, yüreklerindeki imanla tutuşturuldu. O günden sonra Şeyfin gönül yolundan geçen erenler, yüreklerini “Can Ocağında” yaktı birer birer!
Can Ocağında Pişmek; Ham gönüllerin ve karanlık bomboş yüreklerin imanla, insan sevgisiyle, Allah ve Peygamber aşkıyla beslenmesiydi.Huzur! Allah’tı. Allah’a ulaşmaktı. Bu huzurun bulunduğu mekan, Peygamber Efendimizin gönlünde ki közdü. Gönüller bu köz ile yanmalı, insan bu közde bulmalıydı özünü. Huzura ulaşmanın yolu bu mekandan geçiyordu. Can Ocağında pişmenin ilk kuralıydı bu. Onlar için İslamın ve Allah’ın ilk buyruğuydu bu!
Gönül gözüyle görmek, yüreğinden düşünmek, aklı ile ölçmek tabiatı, var oluşu. Hoş görüyle beslenmek, Allah’a ulaşmaktı yolları…
AhmedYesevi, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Mevlana, Ahi Evran, Hacı Bayram-ı Veli, Pir Dede, Avşar Baba, Geyikli Baba, Somuncu Baba, Horoz Dede…. Bu erenler ki bu topraklara yeni bir yaşam, düşünüş, inanç, umut verdiler, nefes verdiler kalemleri, sözleriyle. İlay-ı Kelimetullah aşkıydı onlarınki! Bu aşkla pişirdiler aşlarını… Horasan Erenleriydi adları, Can Ocağında Pişenlerin!
Ol kadirin kudret birlen nazar kıldı,
Hurrembadeng bu dünyadıngüzer kıldı.
Nazar ile kalplere etki ettiler, gönül gözü açık erenler. Can Ocağında pişen aşın lezzeti: “inancımızla yoğrulmuş öz kültürümüzdür.”
Kendimizin olan bu kültürümüzü, nice gönül teri ve emeğiyle geliştirdiğimiz bu medeniyeti bir yana bırakarak, bilmem nerenin, bilmem kimin kalıntı değerlerini benimsemek aptallık değilse eğer soysuzluktur!
Can Ocağında Pişen Aş ( Mustafa Necati Sepetçioğlu) Dilimiz döndüğünce okuduğumuz bu değerli kitabı özetlemeye çalıştık. Ol vaktiniz olursa tavsiyemizdir okuyunuz…