İBB’de benim gibi 30 civarında asker emeklisi göreve başlamıştı. O dönemde İSKİ ve Belediye yolsuzluklardan kurtulmuş su sorunu ve belediyecilik hizmetlerinde büyük başarılar kazanmıştı. Zaten ülkemizin Erdoğan’ı ilk tanıması burada olmuş İstanbul şehrini olağanüstü başarılı bir şekilde yöneterek şu anda gelmiş olduğu kariyerinin ilk basamağını gönüllere taht kurarak geçmeye muvaffak olmuştu.
Fakat darbeci generaller, ABD, Batılı güçler ve Ecevit sayesinde ülkeyi yangın yerine çevirmişti. Ekonomik krizler, Apo’nun paketlenip Türkiye’ye teslim edilmesi ve Fetullah’ın ABD’ye götürülüp hıyanetine burada devam etmesinin yolu açılmıştı. 
Erdoğan’ın biz dindar askerlere sahip çıkması ve istihdam etmesi darbeci koalisyonu çileden çıkarmıştı. Ne yapıp ettiler bir şiir okudu diye yargıyı korkutarak Erdoğan’ı tutuklattılar ve hapse attılar. Yerine de Ali Müfit Gürtuna isminde darbecilerle işbirliği yapacak kadar zavallı bir insanı İBB’ye yerleştirdiler.
Gürtuna da kendine yakışanı yaptı ve benimle birlikte İBB’de görev yapan asker kökenli memurları temizledi. O tarihlerde YAŞ kararları Anayasanın 125. Maddesi gereğince yargıya kapalı olduğu için hukuki yollardan hiçbir şey yapamamıştık. Bize kalan tek ve son yol olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de aleyhimizde karar vermişti. Yani başörtülü eşi olan orduda görev yapamaz yetmedi kamu da da çalışamazdı. Yazıklar olsun. Resmen bizlere cüzzamlı muamelesi yapılıyordu. Fakat biz de aynı Erdoğan gibi yılmadık mücadelemize devam ettik.
YAŞ kararı yargıya kapalıydı ama Belediye Başkanının kararları yargıya açıktı. Hemen İstanbul İdare Mahkemesinde dava açtık ve kazandık. Bu olay şimdiye kadar başarılı olduğumuz ikinci icraat idi. Birincisi ise ASDER’i kurmuştuk. Lakin Gürtuna, darbecilerle işbirliği yapıyordu ve zorunlu olmadığı halde bizler hakkındaki olumlu kararı kaldırmak üzere Danıştay’a temyiz davası açtı. O tarihlerde çok politize olmuş olan Daniştay hemen temyiz davasında Gürtuna’yı haklı buldu ve benim gibi 30’ a yakın kişi üçüncü defa kamudan atılmak durumunda kaldı.
Bu dönemde ticaret gemilerinde çalışmaya başladım. 2. Kaptanlık ve Süvarilik yaparak Rabbimin yazdığı rızkımızı dünyanın bir ucunda aramaya koyulduk. Kaptanlık yaparken başımıza gelen bu olayları bir gazetede yazmaya çalıştım. Hatta iki tane de kitap yayınlayarak dindar insanların başına gelen olayları dile getirmeye çalıştım. O dönemde müstear isim kullanıyor “Vehbi Horasanlı” olarak makaleler yazıyordum. Aynı isimle “Bahriyede 15 Yıl” ve “Altı Ayda Altı Kıta” isimli 2 kitabımı yayımladım. Haklı davamızı anlatmaya çalıştım.
Bu dönemde yaptığımız ilk başarılı icraat ASDER’in kurulmasıydı. Fakat bu iş çok zor olmuştu. Çünkü resmen devletle mücadele ediyorduk. Meşru haklarımız için mücadele ederken sanki devlete karşı geliyormuş gibi bir hava vardı. “Devlete kafa tutulmaz” diyerek destek beklediğimiz kesimlerden köstek yiyorduk. Bu da yetmemiş gibi sivil toplum örgüt yönetiminden habersiz olan bizler kurmaya çalıştığımız kooperatif vakıf ve dernek çalışmalarında birbirimize giriyor, ben kıdemliyim sen astsın vs. diyerek birbirimizi dinlemeye dahi tahammül edemiyorduk.
Bir kısım arkadaşlarımız “içimizde devlet ajanları var, takip ediliyoruz” diyerek korku ve vesvese veriyorlardı. İşte o günlerde şunu söyleyerek bu sıkıntının aşılmasında yararlı oldum. Dedim ki “Yahu bir devlet düşünün 10 bine yakın askeri ordudan çıkarsın ve bunu takip etmesin. Hiç böyle şey olur mu? Elbette bizi takip edecekler. Lakin bizler haklı ve meşru davamızda bundan korkup haklarımızı almak için mücadele etmez isek Ruz-i Mahşerde ne yüzle çıkıp hesap vereceğiz”. Bu sözüm üzerine arkadaşlarım bana hak verdiler ve bu vesvesenin önüne geçmiş olduk.
İşte azmin sonu zaferdir. Sabrın sonu selamettir. Müspet hareketle onca badireyi atlatarak bu günlere geldik. Bizden kat kat fazla baskı ve zorbalığa karşı direnen Erdoğan ve arkadaşları ise devletin en üst makamlarına geldiler. Haza min fazli Rabbi…