İnsanlık, bilimin yaptığı evren tasvirlerine ve teknolojik buluşların büyüsüne öyle bir kapılmıştır ki; sanki bir illüzyonistin, varı yok ve yoğu da var gösterdiği bir gösteride; aldatılmaya devam edilmektedir. İşin kötüsü buna istekli ve zaten bu amaçla gösteriye gelmiş seyircilere fazlası ile rastlanmaktadır.
Bütün gösterilerde olduğu gibi illüzyonistin dikkati çektiği yere bakan insanların; çekmediği yere bakmak, aklının ucundan bile geçmemektedir. Kamera ve kadrajın gösterdiğini görüp, kadraj dışında bırakılan şeylerin farkına bile varamayan bir asırda yaşıyoruz.
Meselâ; yağmurun, neden, nasıl meydana geldiğini anlatan bir ders kitabında; “Bu yağmuru kim yağdırıyor?” sorusu, kimsenin aklına bile gelmemektedir. Çünkü çağımız bilimsellik adı altında dizayn edilip; neden – sonuç ilişkisi ve kurgu şablonuyla anlatılmaktadır. Evrenin bilimsel tasvirlerinde; “kim” sorusuna, zaruret ve ihtiyaç yokmuş gibi tuhaf bir anlayış ile karşı çıkılmaktadır.
Şu ahmakça tutum devam etmektedir: Nedenlerin, sonuçları yaptığına inanılan bir evrende; “kim” sorusuna, neden ihtiyaç olsun ki! Bir bilgisayar veya makine gibi; “otomatik olarak işleyen neden – sonuç mekanizma ve programlarının yani doğa kanunlarının olduğu bir evrende; Yaratıcıyı aramaya ne gerek vardır?
Bilimsellik anlayışının zihnimize çizdiği, “determinist ve natüralist” bir evrende; (Haşa) “Allah’a yapacak bir iş kalmamıştır” Olsa olsa; sistemi kurup, kuralları belirleyip, programı yükleyip; artık evrenin varlık ve işleyişine karışmayan; bir “İlk neden tanrısı” olabilir, denilmektedir.
İşte Deizmin tanrısı budur. Zaten bu kabul; şartlı ve kayıtlıdır. Çünkü sonsuz evren veya evrenler olduğu tespit edilirse; evreni, yoktan yaratmak için zorunlu olduğunu düşündüğümüz, bu ilk neden tanrısına da gerek kalmayabilecektir. Yani tanrıya inanmak için de, mantıksal bir gerekçe kalmayacaktır.
Kısaca bu dönemde eğitimde çok moda olan “deist” inancındaki ifadelerinin bağlamından, mantık ve mefhumundan çıkan anlam ve sonuç budur. Bilimsellik felsefesi, evrendeki fizikî bir olaya “o işi yapan ve yöneten” bir Yaratıcı yokmuş gibi bakmaktadır.
Bilimsellikle yüklü ve kodlu mesajlar; bir “ateist” veya “deist” için problem teşkil etmez. Hatta onlar: “Biz de böyle diyoruz zaten! İşte tezimizi; bilim de, bilimsel olarak ispatladı!” diyerek; memnun bile olurlar!
Fakat, bir Müslüman’ın bunu kabul etmesi mümkün değildir. Çünkü Allah’ın izni olmadan yaprak bile kımıldamaz. Kayyum olan yani ayakta tutan sadece Allah’tır.
Maalesef bilimsellik diyerek resmen dinsizliği insanlara yutturmaktadırlar. Farkında olmadan her şeyin otomatik olarak veya kendi kendine çalışan bir evreni benimsetmekte çok başarılı olmuşlardır.
İşte eğitim kurumlarında çocukluğumuzdan beri empoze edilen; zihnimize, tekrar tekrar işlenen bu telkin ve tekrarlar; ateist veya deist bir neslin yetişmesi sonucunu vermiştir. Sonra da kalkıp “yahu bu ilahiyat fakültelerinde yetişen hocalardan amma çok deist var” veya “Kıbrıs dinsizler yüzünden elden gidiyor” denilmektedir.
Temel sorun ise bu uydurma evren hikâyesinin, gerçeğin ta kendisi olduğuna inandırılmış olan insanlardan kaynaklanmaktadır. Zaten basit bir yalan bile, yüz kere tekrarlandığı zaman “gerçek olmasın sakın” diye soru sormaya neden olacaktır. İşte yıllardan beri Yaratıcıdan bahsetmeyen bir eğitim sistemi böyle bir dehşetli sonuca götürmektedir.