Günümüzün en büyük dertlerinden bir tanesi ırkçılık yani kavmiyetçiliktir. Yahudi inancında üstün ırk düşüncesi dikkati çeker. Müslüman toplumlarda da bu hastalık belirli dönemlerde ortaya çıkmıştır.

Emeviler başta olmak üzere birçok topluluk bu hastalığa yakalanmış lakin İslam âlimlerinin ırkçılık ve kavmiyetçiliğin içyüzünü anlatmaları ile bu hastalık tedavi edilmiştir. Özellikle Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde birçok tespitler yapmış asrımızın vebası olan bu hastalığa karşı reçeteler yazmıştır.

Aslında ırkçılık, daha başka bir ifade ile “kendi nev’ini üstün görme” hastalığı zaman ötesi bir kavramdır. Zira kutsal kitaplarda geçen ifadelere göre İblis, Allah’ın “Hazreti Adem’e secde etme emrini” reddetmiş “ben ateşten yaratıldım” diyerek topraktan yaratılmış olan Adem’den üstün olduğunu iddia etmiştir. Kâinatın sahibi olan Allah’a karşı bu isyanı yüzünden ebedi olarak lanetlenmiştir.

Ne ilginçtir ki aynı hatayı insanlar da yapmakta kendi cinsinin üstün olduğunu iddia ederek diğer kavimlere karşı işkence ve öldürmeye varan zulümlerde bulunmaktadır. Şeytan, bu durumu görünce büyük bir keyif almaktadır. Zira sonuçta kendi ahmaklığını hiç olmaz ise insanların bir kısmına kabul ettirebilmiştir. 

Kavmiyetçilik meselesi bir sosyal illettir. Şüphesiz  “Frenk hastalığı” adı da verilen bu sosyal probleme çözüm yolları da vardır. Bu makalede hem hastalığı tarif edelim hem de  şifasını bulmaya çalışalım.

Batılı ülkeler “Frenk illeti” diye de tabir edilen ırkçılığı içimize atmıştır. Ne ilginçtir ki ilk ırkçılarımız Türk değil; Macar, Rum, Ermeni ve Kürtlerdir. Bu sayede Osmanlı parçalanmış ve kolayca yutulur hale geldiğinden bu küçük lokmalar afiyetle sömürgecilerin midesine inmiştir.

Frengi isminin nereden geldiği, hastalığın mahiyeti, ilk görüldüğü coğrafyaları daha önceki yazımda paylaşmıştım. Şimdi bunun bazı olumsuz sonuçlarını ve ırkçılık ile benzerliğini ifade edelim.

Frengi, Avrupa manasına gelen Farsça “freng” sözcüğünden türemiştir. Hastalığın menşei Avrupa’dır. Tıp dilinde Latince “sifilis” olarak isimlendirilir. Frengi hastalığı; ortaçağ Avrupa’sında yaygın olarak görülen bir hastalıktır. 16. yüzyılda Asya ve Avrupa’da büyük salgınlara yol açmıştır. İlk frengi vakaları ise Amerika’nın 1493’te keşfinin akabinde İspanya’da görülmüştür. İslam coğrafyasında ise Tanzimat’tan sonra yayılmaya başlamıştır.

Frengi, cinsi temasla yayılan zührevi hastalıkların en başta gelenidir. Hastalık kısa zamanda ilerleyerek birçok organda büyük hasarlara yol açar. En nihayet insanın ölümüne sebep olur. Bulaşıcı, bakteriyel bir hastalıktır. Bulaştıktan 3 ay sonra hastada iştahsızlık, baş ağrıları, ateş, deri döküntüleri görülür. 6 ay sonra ise hastalık belli başlı organlarda yerleşir. Frengi salgınından korunmanın en birinci yolu zinadan, gayri ahlaki ilişkiden kaçınmaktır.

Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı coğrafyasında frengi, tifüs, veba, kolera gibi salgın hastalıklar nüfusu neredeyse yok etmiştir. O dönemde Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşında cephede şehit olanlardan çok daha fazlası, bu gibi salgın hastalıklar sebebiyle vefat etmişlerdir.

Osmanlı’da frengi hastalığı özellikle  orduyu derinden etkilemiştir. Nitekim 1883 yılında ordunun yeniden yapılandırması için Almanya’dan davet edilen Baron Von der Goltz, pek çok askerin frengili olduğunu tespit etmiştir. Hastalıkla etkin mücadele edilmesi zaruretini Padişaha bildirmiştir.

Bunun üzerine görevlendirilen Alman dermatologu Dr. Ernst von Düring, 16 doktor ve 2 eczacıdan oluşan bir ekiple Anadolu’yu at üzerinde seyahat ederek 14 kez taramıştır. Dr. Düring’in önerisiyle Kastamonu, Bolu, Bartın, Düzce ve Cide’de yeni frengi hastaneleri yapılmasına karar verilmiştir. Bu çalışmaları sebebiyle Dr. Düring mirmirânlık (sivil paşalık) rütbesi ile onurlandırılmıştır.

Dr. Düring’in frengi salgınıyla ilgili gözlemlerine dair şu değerlendirmeleri dikkat çekicidir: “Suriye, Fırat, Dicle havzası hariç Küçük Asya’da Osmanlı nüfusu 1844’den 1890 yılına kadar 12 milyondan 7 milyona düşmüştür. Bunun sebebi bütün Türkler için geçerli olan ağır askeri hizmet ve diğer taraftan syphilis (frengi) hastalığıdır. Ayrıca İstanbul’dan Düzce’ye kadar olan seyahatimde, bölgede hızlı bir nüfus düşüşünün olduğu dikkatimi çekmiştir. Zira bölgede bulunan çok sayıdaki Türk mezarlıkları bunu teyit etmektedir. Bugün buralarda Tatar ve Çerkezler bulunmaktadır. Artık buralarda Türk kalmamıştır. Türk halkı tamamen ölmüş. Bir Çerkez muhtar bana kendi köyünün nüfus defterini gösterdi. Defterdeki kayıtlara göre 30 yıl önce 100 hanede toplam 500 insan yaşamaktaymış. Ertesi gün bu köyü ziyaret ettik. Köyde 3 hanede 7 kişinin kaldığını gördük ve evde bulunan yaşlı bir adam bize şöyle dedi: Bütün halk frengi hastalığından öldü”.