Resmi kayıtlara göre her ne kadar Kel Ali katil olarak görünmüş olsa da gerçekte katil başka bir şahıstır. Fakat devrin yöneticilerine şirin görünmek isteyen Ali Çetinkaya, cinayeti üstlenmiş ve bu cesareti sayesinde yüksek makamlara terfi ettirilmiştir.

Mecliste estirilen terörün ne derece büyük olduğunu anlamak için sadece resmi kayıtlara bakmak bile yeterlidir. Zira Halit Paşa, yaralı olduğu halde 5 gün Millet Meclisi’nde tutulmuş hastaneye kaldırılmadan kan kaybı nedeniyle ölüme terk edilmiştir. Durumu giderek kötüleşen Milletvekili Paşa, 14 Şubat’ta ölmüştür.

Ankara Savcılığı, Halit Paşa’yı Ali Çetinkaya’nın vurduğu kanaatine varmış fakat bu olaydan dolayı kovuşturma yapılmaması kararını vermiştir. İşin daha kötüsü ise bundan sonra cereyan etmiş Türk hukuk tarihinde çok acı sayfaların açıldığı yeni bir devir başlamıştı.

Türkiye Cumhuriyetinin ilk Ulaştırma Bakanı olan Kel Ali, ayrıca Bayındırlık Bakanlığını da yapmıştır. Mecliste ilk yedi dönemde milletvekili olarak da görev yapan Ali Çetinkaya’yı asıl meşhur eden husus ise Ankara İstiklal Mahkemesi Başkanı olmasıdır.

Hukukçu olmamasına rağmen 1926’daki İzmir suikastı davasına da bakmıştır. Cumhuriyet tarihimizin en önemli siyasi davalarının ne şekilde cereyan ettiğini anlamak için Kel Ali’nin başkanı olduğu mahkemeleri iyi bilmek gerekir.

Yüzlerce insanın idamına karar vermiş olan istiklal davaların başkanı ve bir dönemin en önemli şahsiyetlerinden birisi olan Kel Ali’nin hayat hikâyesini anlatarak okuyucularımı daha fazla üzmek istemiyorum. Bu nedenle sadece bir davaya değinerek Cumhuriyetimizin ilk yıllarının hangi ortamda geçirildiğini yorumlarını okuyucularıma bırakmak istiyorum.

Bu davanın en önemli özelliklerinden bir tanesi Osmanlı Devletinin son yüzyılında ve Türkiye Cumhuriyeti’nin çok büyük bir bölümünde; köken olarakYahudi olduğu halde Türk isimlerini kullanan ve Müslüman gibi görünen Sabetay tarikatının adının geçmesidir.

Bu Sabetay tarikatı içinde de çok ciddi kavgalar da meydana gelmiştir. Örneğin Kapani grubunun Karakaşilere karşı tasfiye hareketinden bir tanesi “İzmir Suikastı” bahanesi ile gerçekleştirilen idamlardır.

Takriri sükun kanunları nedeni ile kimsenin sesini çıkaramadığı “İzmir Suikastı Mahkemeleri” Türkiye’nin siyasi hayatını derinden etkilemiştir. Uzun yıllar tek partili bir yönetim sorunu yüzünden özgürlükler daima askıya alınmıştır. Fakat bu konuda neredeyse ciddi hiçbir çalışmaya rastlanılmamıştır.

Hâlbuki bu suikast yargılaması; teşebbüs aşamasına dahi geçmediği halde devrin en önemli siyasetçilerinin idamı ile sonuçlanmıştır. İdam yerine hapis cezaları verilebilirdi fakat büyük bir tasfiye gerçekleştirildiği çok açıktır.

Osmanlı Devletinin bakanlarının da yer aldığı bu idamlıklar siyasi yaşamımızı derinden etkilemiştir. Örneğin Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay, yurt dışına kaçarak hayatını kurtarmayı başarmıştır. 

Bu mahkemede yargılanan diğer önemli şahsiyet ise Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının Başkanı Kazım Karabekir’dir. Fakat Doğu cephesinin komutanı olan ve Ermenilere ağır bir yenilgi yaşatan Karabekir’i askerler çok seviyordu. Bu nedenle olsa gerek bazı subaylar, mahkeme salonuna silahlı olarak girip mahkeme başkanı hakkında “Kel Ali, Kel Ali…” şeklinde tempo tutarak slogan atmaları yüzünden; idamdan kurtulmuştur.

Sonuçta diğer muhalif Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası yöneticilerinin  de tasfiye edildiği bu dava yüzünden Karabekir; yıllarca ev hapsine tutulmuştur.

1926’daki bu mahkemede tutanakları incelediğimizde çok ilginç sonuçlara ulaşabiliyoruz. Örneğin Osmanlı’nın Maliye Bakanı Cavid Bey ve İçişleri Bakanı İsmail Canbulat sorgulanırken kendisine İzmir Suikasti ile ilgili ciddi bir soru sorulmadığı halde bu suçla alakalı olarak idam edilmek durumunda kalmıştır.