Size bu satırları yazarken İsrail, Lübnan'ın güneyine yönelik bir saldırı başlatmış, Hizbullah da İsrail hedeflerini 320 katyuşa füzesiyle Fuad Şükür'e düzenlenen suikasta misilleme olarak vurduğunu duyurmuştur.
İki haftadır bu köşede yazıyorum, hâlâ İran’dan bir misilleme gelmedi diye… Ben İran’ın, yakın bir gelecekte İsrail’e bir misillemede bulunmayacağını yinelemek istiyorum. Peki, Hizbullah, İran’dan bağımsız bu saldırıyı kime ve neye güvenerek yapıyor? Hem de Lübnan açıklarında Amerika askerî varlığını artırırken ve ABD’nin İsrail’e destek demeçleri devam ederken… Bu durumun en önemli sebebi, Netanyahu’nun hem iç hem de dış siyasette köşeye sıkışmış olmasıdır.
Bu köşeye sıkışmışlığın nedenlerini biraz daha açmak isterim. Birincisi, Amerika’da Temsilciler Meclisi’nde ayakta alkışlanmasına rağmen son zamanlarda Netanyahu, oldukça diken üstünde ve sinirli bir görüntü vermektedir. Çünkü ABD seçimlerinden sonra Trump ya da Harris fark etmez, yeni gelen hükûmetin, ABD’nin geleneksel “kullan at” politikasını uygulayarak tıpkı Saddam’a, Kaddafi’ye ve Usame bin Ladin’e yaptığı gibi, Netanyahu’yu da siyasetten sileceği olasılığının çok yüksek olmasıdır.
İkincisi ise savaş ve katliamdan beslenen Netanyahu’nun, Lübnan’ı bir çatışma alanı hâline getirerek Gazze’yi unutturmaya çalışması ve aynı zamanda savaşı yayarak ve tırmandırarak iktidarda kalma mücadelesi vermesi de son derece dikkat çekicidir. Netanyahu diken üstünde çünkü yukarıda da sözü edildiği gibi, ABD tarafından şahsına verilen desteğin 5 Kasım başkanlık seçimlerinden sonra devam edeceği konusunda son derece tereddütlüdür. Zira hem Harris hem de Trump, iktidara gelmeleri hâlinde çocuk katili bir lideri destekler konumuna düşmek istemeyeceklerdir. Nitekim Harris’in, Şikago’da düzenlenen Demokrat Parti kongresinde yaptığı konuşmada en çok alkış aldığı an, Gazze’de ateşkes için çalışacağını söylediği an olmuştur.
Sözün özü, İsrail ve Hamas arasında Mısır’da devam eden ateşkes müzakereleri, Netanyahu’yu alarma geçirmiştir. İsrail basınına sızan haberlere göre Netanyahu ile kendi müzakerecileri / ekibi arasında da fikir ayrılığı ve çatışma yaşanmaktadır. Diğer bir deyişle Netanyahu’nun önceliği, Hamas’ı ve Filistinlileri yok etmek iken ‘Rehinelerin kurtarılması benim için öncelik değildir.’ demesi dikkat çekicidir. Bu durum, Netanyahu’nun artık kendi halkı tarafından da desteklenmediğini en azından Hamas/Hizbullah ve İsrail arasındaki psikolojik savaşta gelişmelerin İsrail’in aleyhine yürüdüğünü göstermesi açısından önemlidir. Bu şartlar altında İsrail, her ne kadar Lübnan’ı bombalıyor olsa da bölgeye bir kara harekâtı başlatarak ikinci bir cephe açmayacaktır. Sözün özü, yukarıda bahse konu olan tüm gelişmeler, Netanyahu’nun aleyhine ilerlemektedir ve Hizbullah katyuşa füzeleriyle başlattığı intikam saldırısını, ateşkes müzakereleri devam ederken daha fazla tırmandırmayacaktır.
Elbette, 5 Kasım’daki ABD seçimlerine kadar İsrail’in katliamları, sivillerin, çocukların öldürülmesi hız kaybetmeyebilir ve İsrail belki farklı cepheler açmaya çalışabilir. Ancak neredeyse 10. ayına girdiğimiz Gazze felaketi sonrasında, İsrail’in hanesine kaydedilebilecek bir başarı veya zaferden söz edemeyiz. Aksine İsrail, tarihinin en büyük itibar hezimetine uğramış ve yalnızlaşmıştır. Aynı akıbete hızla sürüklenen ABD’nin, 5 Kasım sonrasında iktidara gelen hükûmetin ilk yapacağı icraat, Netanyahu’dan kurtulmak olacaktır ve bu katili destekleyerek kana buladığı ellerini yıkamak için Netanyahu’yu büyük olasılıkla siyasetten silmek olacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki bu durum, ABD’nin ve İngiltere’nin bölgedeki emellerini gerçekleştirmekten vaz geçeceği anlamına gelmemektedir. Sadece Washington, köprüyü geçerken at değiştirmemektedir.