İki sene geriye gidip Rusya'nın, global sistem içindeki “büyük siyasi günahını” hatırlayalım. Ukrayna saldırısı başladığında dünyanın birçok ülkesinden, “Rusya'ya yaptırım” açıklamaları arka arkaya gelmişti. Tüm dünya tek vücut, Ukrayna'nın yanında yer almış, liderler, Rusya ve Putin'e ateş püskürmüştü. Tepkiler, kınamalarla sınırlı kalmamış, yaptırımlar, Rus basınına sansürden Rus sanatçıların bulundukları ülkelerden kovulmalarına ve hatta Rus klasiklerinin yasaklanmasına kadar ilerlemişti. Dünyaca ünlü Rus şef Gergiev, Rusya'yı kınamadığı için Münih Filarmoni Orkestrası’ndan atılmış, Netflix, Tolstoy'un çevirisi olan Anna Karanina dizisinin yapılmasını engellemiş, Milano Üniversitesi’nde bir yazarın Dostoyevski ile ilgili vereceği ders iptal edilmişti.
Dünyaya demokrasi ve özgürlük dersi veren ABD ve sıkışınca onun kuyruğuna takılan Batı Bloku, Rus medyasını karartarak RT ve Sputnik gibi medya organlarını sansürlemiş; Google, Facebook, Twitter, YouTube gibi sosyal medya kanalları savaşta âdeta taraf olarak Rus medyasını engelleme yoluna gitmişti.
Enformasyon üstünlüğünü sağlamak için demokrasi ve özgürlükle bağdaşmayan birçok uygulamaya imza atılmıştı. Öyle ki Rusya, sadece NATO’ya değil, global kültüre karşı da cephe açmak zorunda kalacağı bir iklimin içine hapsedilmişti. Bize her fırsatta demokrasi dersi veren Batı’nın, tehlike kendilerine yöneldiğinde demokrasi ilkelerini nerelere kadar esnetebildiğine hepimiz şaşkınlıkla şahit olmuştuk.
7 Ekim 2023'ten itibaren Gazze'de, İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısı 40 bini geçti. Bunların 172’si, sahada görev yaparken doğrudan hedef alınarak hayatını kaybeden gazeteciler. Batı ülkelerinin, basın mensuplarına yönelik bu terör eylemlerine karşı tepkisi ise kamuoyu baskısıyla ancak “kınama” boyutunda kaldı.
İsrail’in, soykırım olarak tanımlanabilecek eylemlerini “meşru müdafaa” veya “terörle mücadele” bağlamında sunan medya operasyon aparatları, yürüttükleri beşinci kol faaliyetleri ile gazetecilere yönelik saldırılara tepki verilmesini de zorlaştırdı. Çizilen bu küresel medya çerçevesi, kamuoyunun bu tür ihlallere daha az duyarlı olmasına neden oldu.
İngiltere'de Gazeteci Richard Medhurst, Gazze'deki İsrail savaş suçlarını ifşa eden haberleri nedeniyle Ağustos 2024'te “terörle mücadele yasası” kapsamında tutuklandı ve ekipmanlarına el kondu.
Fransa ve İspanya gibi ülkelerde de gazetecilere yönelik baskılar artmış durumda. Avrupa genelinde gazeteciler, özellikle protestoları izlerken veya hassas konuları rapor ederken tehditlerle karşılaşıyor ve bazıları tutuklanıyor.
Adı, CHP’nin “tutuklu gazeteciler raporunda” geçen ve Batı’nın Türkiye aleyhinde yürüttüğü tezviratlara malzeme ettiği isimlerden biri Dilşah Ercan’dı. Çıktıktan hemen sonra Mersin’de bir polisi şehit etmiş, PKK’lı bir terörist olduğunu tüm dünya böylelikle öğrenmişti. Batı, Türkiye ve “diğerlerini”, işte böyle “gazeteci” kamuflajlı terör mensupları üzerinden “ifade özgürlüğü” kisvesinde köşeye sıkıştırmaya çalışırken Gazze’de yaşananlara dair vicdanları sağır eden sessizliği ile bize dünyanın ikiyüzlülüğünü haykırmaya devam ediyor.
Tek başına basın özgürlüğü üzerindeki bu seçici yaklaşım bile hepimize acı bir gerçeği tekrar hatırlatıyor: “Paris'te bir kişi öldürülürse bu bir cinayettir, Doğu’da 50 bin insan öldürülürse bu bir meseledir.” (Victor Hugo)