Lügat manada fıkıh, bir şeyi anlayıp bilmektir. Fıkhın bir anlamı ise dünya ve ahiret saadetine ermektir. Dünyada saadete nail olma, cehalet uçurumundan ilmin doruğuna ulaşmakla ve Allah’ın rızasına uygun şekilde amel yapma ve insanların lehine, aleyhine olan şeyleri (o insanlara) beyan etmeye güç getirmek demektir. 
İslami deliller ise Edille-i Şer’iyye yani Şer’i deliller olarak da ifade edilir ve dört kısımdır ;Kitab, Sünnet, İcma, Kıyas.
Yukarıda zikredilen namazın farz olması, zinanın haram olması hükümleri, Edille-i Şer’iyye’nin birincisi Kur’an’dır. Yani Kur’an âyetleridir. Farz ve Vacip hükümler genelde âyetlerden çıkar.
İkincisi: Hz. Peygamberin peygamber sıfatıyla söylediği sözler ve yaptığı işler demektir. Farz ve Vacibin dışındaki hükümler genelde sünnetlerden çıkar. Sünnet’e ise şu örnek verilebilir. Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i Şerif’inde ; “Altın ve ipek, ümmetimin kadınlarına helal, erkeklerine ise haramdır.”
Üçüncüsü Hz. Peygamberin vefatından sonra müçtehittik vasfını kazanmış olan alimlerin herhangi bir meselede fikir birliği etmeleridir. İttifakla alınan böyle bir hüküm bütün ümmeti bağlar. Bir asırda bulunan müçtehitlerin bir hâdisede ittifakları ve bu ittifaktan Müslümanların haberdar olması aklen mümkün ve vakidir. Nitekim Ashab-ı Kiramın bazı mes’elelerde ittifak etmiş olması katiyyen sabit ve bize göre tevatüren mâlumdur. Ümmet-i Muhammed’in en kudretli mümessilleri olan müçtehidîn-i izamın bir mes’elede ittifak etmeleri bir hüccettir. Böyle bir ittifakın şer’an bir hüccet sayılması bu ümmete İlâhi bir ikramdır. 
İcma-i ümmet için bir çok deliller getirilmiştir. Bunların en meşhurları; “Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygambere muhalefet eder, mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü o yolda bırakırız. (Fakat ahirette de) kendisini cehenneme koyarız. O, ne kötü bir yerdir” (Nisa Suresi-115) âyet-i kelimesiyle “Ümmetim dalalet üzerine toplanmaz” (İbn-u Mâce, Fiten 8 ) hadis-i şerifleridir. Diğer bir hadis-i şerifte de “Müslümanların güzel gördüğü şey Allah’ın indi manevisinde de güzel görülmüştür” (Müsned-ü Ahmed 1, 379; Keşfu’1-Hafa 2, 188; Sehâvi, Makâsıdu’l-Hasene s. 432) buyurulmaktadır.
Dördüncüsü olan Kıyas: Kitap ve sünnette hükmü bulunmayan bir meseleye aralarındaki illet (gerekçe) birliği sebebiyle kitap ve sünnetle düzenlenmiş meselenin hükmünü vermektir. Şarabın haram olması âyetlerle sabittir sebebi ise sarhoşluk verme illetidir (özelliğidir). Aynı özelliği taşıyan fakat ismi Kur’an ‘da geçmeyen diğer içkilere kıyasla onların da haramlılığına hükmedilir. Bira ve viski gibi hakkında nas (ayet) olmayan içeceklerin, iskar (sarhoşluk veren) anlamında hakkında nas (ayet)  olan şaraba kıyas edilmeleriyle haramlığının kendilerinde sabit olmasıdır.
Sahabe-i kiram ve selef-i salihin bir çok meselede kıyas ile amel ettiler. Diğer sahabe ve müçtehidin-i izam da bunu gördükleri halde reddetmediler. Böylece kıyas hakkında bir icma vukua gelmiş oldu. Şu halde kıyasın hüccet olması icma ile de sabit oldu
Bu dört delile asli (ana)  deliller denir ki, bu dört delil üzerinde bütün alimler ittifak etmişlerdir.  Bunlardan başka tâli (yan) deliller de vardır ki, alimler farklı yalnız tâli deliller ortaya koymuşlardır. Bunları detaylı olarak bir yazımda ifade ettiğim için burada yer vermiyorum. 
Bir konuyu anlamak veya bir İslami meseleyi çözmek için önce o mesele ile ilgili âyeti olup olmadığına bakmak gerekir. Sonra Hz. Peygamberin sünnetine yani hadise müracaat etmek, bulamazsa konuyla ilgili alimlerin görüşünü (icmanın olup olmadığını) araşmak zorundadır. Onda da bulamazsa kıyas yaparak meseleyi çözmeye çalışır. Fakat bunların hiçbirine müracaat etmeden bu İlahiyatçı şarlatanların sözüne uyarak konuşmak insanı mesul eder. Allah katında da cezaya müstehak olduğu gibi örneğin hadislerden yola çıkarak bir konuda yorum yapanların kul hakkına girerler. Bu nedenle ahkam kesmeden insanlara atıp tutmadan önce düşünmeli ve tam olarak idrak etmese dahi reddetmemelidir. Hiç olmaz ise bu yalandır, uydurmadır, şirktir, küfürdür diye haddi aşan beyanlardan çekinmek gerekir, vesselam…