İstanbul aşığı ben, yıllarca mücadele ettim burada yaşamak için. Doğrumu yaptım doğru yaptım tabi ki. Gürültüsünü de seviyorum, tozunu toprağını da. Bana maneviyat yüklü geliyor her karış toprağı. İnsanların ordan oraya koşturması hayata tutunduruyor, samimi ve içten geliyor. Hayat zormuş burda varsın olsun. Boğazını görmeden, Sarayburnun’da yürümeden, Eyüp Sultan’ı ziyaret etmeden yaşayamam ben. Eşim İstanbul dışında yaşıyordu tanıştığımızda, bana evlenme teklif ettiğinde İstanbul da yaşarsan seninle evlenirim demişim, nasıl söylemişim böyle bir şeyi hatırladıkça hala hayretler içinde kalırım. Ama demişim işte, söz ağızdan bir kere çıkar o da gafletle tamam dedi. Sen misin bunu diyen ben de kabul ettim evlenme teklifini. İkimiz de verdiğimiz sözden yıllarca çıkmadık. Garibim onca yolu gitti geldi benim için. Karlarla kaplı yollarda, yağmurların sellerin yolları bastığı zamanlarda ah ah titreyerek kapılarda durdum da İstanbul u bırakalım da gidelim demedim. Nasıl bir bağımlılıkmış valla ne desem bilemiyorum. Şimdi olsa asla yapmazdım herhalde, kıyamazdım yani. Ama o yıllarda gözüm oldukça karaymışki inadım inat hiç vazgeçmedim İstanbul dan. Tabi gençlik de var kafada kavak yelleri de. Ama eşime çok minnettarım bir kez bile gık demeden gidip gelmiştir o yolları. Şimdilerde hakkını helal et derim de biraz suskun durur. Gerçi ben de çok emek vermişimdir, kapılarda çok yolunu beklemişimdir mesela. Çok şükür pişman değiliz İstanbul da yaşamaktan taşı toprağı altın vesselam. Doğduğum büyüdüğüm yer ondanmıdır bütün sevdiklerim burda ondan mıdır severim İstanbul u bilmem, bu soruya hala cevap veremiyorum. Ama insan yaş aldıkça anlamsız geliyor bu tutku. Resimlere bakıp burun direğini sızlatmak yeterli olurdu belki de. Doğduğun yer artık doyduğun yer oluyor. Şimdi bunları rahatça söyleyebiliyorum çünkü artık İstanbul dan başka şehire gitmemiz imkansız. Tabiki büyük konuşmamak lazım. Ah İstanbul um havanı suyunu severim senin. Toprağını, camilerinden yükselen ezan sesini severim senin. Eskilere dalarım arada bir acaba mı derim sonra Orhan Veli den Necip Fazıl dan şiirler okudukça iyiki de vazgeçmemişim senden İstanbul um derim...Canım İstanbul...
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar,
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim,
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur,
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım, Vatanım da vatanım...
İstanbul, İstanbul...
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik,
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik.
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat. Şahadet parmağıdır göğe doğru minare,
Her nakışta o mana. Öleceğiz ne çare...
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet,
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet.
O manayı bul da bul, İlle İstanbul'da bul.
İstanbul,
İstanbul...
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği,
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir,
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar.
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir Katibimi
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler,
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar,
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar.
Gecesi sünbül kokan Türkçesi bülbül kokan.
İstanbul,
İstanbul... Necip Fazıl Kısakürek