Siyah önlük giyenlerdenim ben, belki de çoğunuzun hatırlamadığı pilastik beslenme çantam vardı içinde de annemin elleri ile oyalandığı beslenme örtüm, plastik bir kutuda da sabunlu el bezim. Okula ilk gittiğim günü bu gün gibi hatırlıyorum. Buğulu gözlerle bakmıştım annemle babamın arkasından, gözyaşlarımı içime akıttım tek kelime bile söylemeden mızmızlanmadan. İlk kez arkadaş edinecektim, amca oğlundan teyze kızından başka. Üçer kişi oturuyorduk sıralarda en şansız ortada oturandı iki taraftanda sıkıştırılırdı. Allahtan öğretmenimiz adaletliydi de dönüşümlü otururduk. İlk günler aslında sevmemiştim okulu ama tek kelime bile etmemiştim anneme babama. Pekde şansım yoktu zaten. Sabahları sıkı sıkı örerdi saçlarımı annem, kendi elleriyle ördüğü kolalı dantel yakamı takardı. Siyah önlüğüm beyaz şoset çoraplarımla pırıl pırıl giyinip giderdim okula. Evimizin mesafesi okula uzaktı. Babam servise yazdırmıştı. Okulun ilk gününden sonra servisçi Necip Amca götürdü bizi okula. Bütün apartmandaki çocuklar arabaya doluşur giderdik. O zamanlar sayılı çocukların annesi okula gelirdi. Bizim annelerimiz sadece okul toplantılarına gelirdi o da senede bir kere. Yanında anneleriyle eve yürüyerek dönen arkadaşlarıma çok özenirdim keşke bizim evimizde yakın olsa diye hayıfl anırdım. Defterlerimiz sıkı sıkı kaplanır üzerine etiket yapıştırılırdı kalemlerimizi sayı ile verirlerdi kaybetme şansımız yoktu, kaybetsekte isteme cesaretimiz. Ama ikinci sınıfa geldiğimde harçlıklarımı biriktirip kokulu silgiler renkli kalemler almışlığım vardır onlara gözüm gibi bakardım pembe renk ve üzerinde arı maya resmi olanlara bayılırdım. Hiç yanlış yazmamaya çalışırdım silgim bitmesin diye. Ama ne mümkün bazı günler yazıları silmekten altından diğer kağıt görünecek kadar delik açılırdı. Birinci sınıfın ilk döneminde kızamık oldum arkasından da su çiçeği, bir dönem neredeyse okula gidemedim. Bunun sonucu da okumayı geç söktüm tabiki. Kırmızı kurdeleyi en son alanlardan sayılabilirim. Aslında büyük bir travma gereksiz bir ödül ne oldu en son kurdelayı ben aldıysam, değer miydi yani o kadar gözyaşı dökmeme, sevgili öğretmenim hiç içiniz sızlamamış mıydı. Sınıfımızda tam kırk bir öğrenci vardı o zamana göre bir devlet okulunda en az nüfusa sahip sınıftık, bazı sınıfl arın sayısı altmışa bile çıkıyordu. Teneff üslerimiz çok eğlenceliydi o on dakikada sınıf bahçesinde lastik oynardık biz kızlar, erkek çocuklar ise gazoz kapağıyla futbol oynardı. Bazende üst sınıftakilere özenir arkadaşlarımızla kol kola girerek bütün bahçeyi turlardık. Yağmurlu günlerde bahçeye çıkmamıza izin verilmezdi, okulun içi çamur olmasın diye talaş dökerlerdi, o koku yıllar varki burnumdan gitmedi, hiç ama hiç sevmezdim. En popüler en çalışkan öğrenci sınıf başkanı olurdu. Çok önemli bir mertebeydi sınıf başkanlığı, bütün okul değil, bütün mahalle duyardı kimin sınıf başkanı olduğunu. Ben hiç olamamıştım ne kadar üzülürdüm kıskanırdım da içten içe. Ah öğretmenim ne vardı yani sırayla herkesi sınıf başkanı yapsaydın, bizde o elde işlenmiş kolluğu böbürlene böbürlene taksaydık. Ben Kızılay kolu seçilmiştim çok önemli bir görevdi, benim için ilk yardım dolabının önünde beklerdim teneff üslerde, çocukluk işte. Öğretmenim de hiç uyarmazdı, sorumluluk sahibi olduğumu düşünürdü herhalde. Yerli malı haftasını hatırlar mısınız, ben hiç unutamam ne keyifl iydi. En güzel kıyafetlerimizi giyer annelerimize zeytinyağlı dolmalar, kısırlar yaptırırdık, elde açılmış börekler de cabası ne lezzetli olurdu, parmaklarımızı yerdik gün sonunda da kalanları çantamıza doldurur eve götürürdük. Ne zaman ki kokulu silgimi kaybettim işte o zaman çocukluğum bitmişti ilk okuldan da mezun olup siyah önlüğümü çıkarmıştım. O talaş kokulu sınıfımıza veda edeli yıllar oldu ama o çığlıklar hala kulaklarımda isteriz isteriz karneleri isteriz, karneleri vermezseniz sınıfı altüst ederiz...