Şu suali çok işitmişinizdir: “Eskiden Müslümanlar zengin, ecnebiler fakirdi; şimdi ise durum tersine döndü. Sebebi nedir?”
İşte bu suali Bediüzzaman Said Nursi’nin verdiği cevaba benzer bir şekilde izah etmeye çalışalım.
Her şeyden önce “Leyselil insane illa ma’sa- Kişiye çalıştığının karşılığı vardır” yani “çalışmasının karşılığını mutlaka görecektir” ayetinden kaynaklanan çalışma meyli ve “Çalışan ve helal kazanan Allah’ın sevgili kuludur” hadisinden kaynaklanan çalışma şevkini ön plana çıkarmak gereklidir. Maalesef bazı yanlış telkinler ile bu çalışma şevki ve meyili kırılmıştır. Hâlbuki tasavvuftaki “bir lokma bir hırka” usulü kendini dergâha adamış tarikat mensupları içindir. Bunu toplumun tüm kesimlerine mal etmek çalışmaya olan şevki kırmakta insanı tembelleştirmektedir.
Bediüzzaman “İ’lây-ı Kelimetullah” denilen yani Allah’ın adını ve şanını yüceltme vesilesinin bu zamanda maddeten terakki ile olabileceğini ifade eder. Peygamberimizin (asm) “Dünya ahiretin tarlasıdır” hadisinin de çalışmayı gerekli kıldığını, bunun da ancak dünyaya da çalışmakla mümkün olduğunu belirtir. Ayrıca “İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır” hadisiyle de insanlara faydalı olmanın dinin emri olduğu özellikle belirtilmiştir.
Kalkınmanın maddi ve manevi iki temel sebebi olduğunu ifade eden Bediüzzaman, bunları şöyle özetler: Kalkınmanın maddi sebepleri herkesin malumudur. Yeraltı, yer üstü ve insan kaynaklarının yerinde ve bilgiye dayalı olarak kullanılması çok rahatlıkla verilen bir cevaptır. Fakat manevi cihetini izah etmek biraz müşküldür. Fakat düşünüldüğü zaman kolaylıkla cevap bulunabilmektedir.
Manevi sebep “Nokta-i istinat” denilen “Kuvve-i Maneviye”dir. İnsan çok iyi bir nokta-i istinad bulursa en ağır ve büyük işlere karşı mübarezeye kendinde kuvvet bulur.
İşte insanlar gerek vatan ve millet sevgisinden aldığı güçle büyük bir ümitle yola çıkarsa yapamayacağı iş aşamayacağı engel yoktur. “İnsanları canlandıran emeldir; öldüren yeistir.” “Bana bir dayanak noktası verin Dünya’yı yerinden oynatayım” diyen Arşimet gibi geleceğe ümitle bakan bir insanın da nokta-i istinat bulduğu takdirde küre-i arz gibi büyük işleri çevirebileceği mütefekkirler tarafından ifade edilmiştir.
Bilhassa “din duygusunun daha fazla hâkim olduğu Doğu’da” geri kalmışlığa, cehalete ve her çeşit bölünmüşlüğe karşı kurtuluş çaresi, dindir. Çünkü din “muhabbet ile ittihadı, marifet ile imtizac-ı efkârı (fikirlerin uyumunu), uhuvvet ile teavünü (yardımlaşmayı)” emretmektedir. Sevgi, birlik, beraberlik, ilim, fikirlerin beraberliği ve uyumu, kardeşlik, yardımlaşma ile kalkınma politikaları sonuç verir. Aksi takdirde yapılan bütün yatırımlar ve kaynaklar israf olup gider.
Bediüzzaman’a göre bu konudaki çalışmalarda samimiyetin ölçüsü:
1. Muhabbet
2. Hürmet
3. Merhamettir.”
Zira samimiyet “Hamiyet, muhabbet, hürmet ve merhametin” zaruri neticesidir. Onsuz olmaz ve illa yalandır, sahtekârlıktır.” Devletin bu konudaki görevi gerek yeraltı ve yerüstü, gerekse insan kaynaklarının kullanımında planlama, güven oluşturma ve yardımlaşmayı kolaylaştırmayı sağlamasıdır. Bu hususlar da yine dinin kutsal emirleri ile yani takva (günahlardan çekinmek) ve salâbet-i diniye (dinden kaynaklanan izzet) ile olur. İnancı sarsılmış ve ahlakı bozulmuş bir toplumu idare etmek çok zordur. Türkiye gibi bir ülkede güveni sağlamak ve yardımlaşma unsurlarını harekete geçirmek ancak din ile olur. Asayiş ve güven oluşturulduktan sonra kalkınma politikaları rahatlıkla uygulanabilir, vesselam…
- - - - -