Türkiye’nin ekonomik verilerinde en rahatsız edici kalemin cari açık olduğunu biliyoruz. Cari açığın da en büyük sebebi enerji ihtiyacı. Enerjiyle ilgili olarak son dönemde önemli adımlar atılıyor. Özellikle 2016’da Berat Albayrak’ın doğal gaz araştırma gemileri alarak başlatmış olduğu bir doğal gaz arama süreci vardı. Nitekim ülkemizde doğal gaz bulundu. Karadeniz’de şu an itibarıyla çıkarılan doğal gazın, toplam hanelerdeki doğal gazın yüzde 13’ünü karşıladığını biliyoruz. Bu yönden bakınca ciddi bir rezerv var.
Türkiye, son yıllarda enerji çeşitliliği alanında büyük bir atılım içerisinde. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’nın yıllar içerisindeki değişim ve dönüşümünün küresel boyutu ve millî hassasiyetleri hız kesmeden devam ediyor.
Mavi Vatan’da sondaj gemilerimiz kaynak arayışlarına devam ederken Gabar’dan, Güneydoğu’dan kalitesi yüksek fosil yakıt haberleriyle büyük sevinçler yaşadık. Karadeniz’de bulunan doğal gaz rezervlerinin Türk insanının ocaklarında tütmesi, hanelerde sıcağa dönüşmesi, hepimiz için düne kadar imkânsız denilen ama bugün artık normal görülen, yarın daha da iyi olacak gelişmelerin işaretleridir.
Türkiye’yi yıllarca enerji bağımlılığı içerisinde tutan küresel canavarlara rağmen ülkemiz artık kabuğunu kırıyor ve enerji alanındaki bağımlılıklarından her yıl bir adım daha kurtulmayı başarabilen büyük bir aktöre dönüşmenin altyapısını inşa ediyor.
Güneyimizden petrol fışkıracak, kuzeyimizden petrol fışkıracak, sınırımızın on metre ardında petrol fışkıracak ama gelin görün ki bu petrol Türkiye’ye uğramayacak. İnandık mı? Hayır. Ülkemizde büyük bir fosil yakıt rezervi olduğunu biliyorduk lakin çok yakın geçmişe kadar çıkaramıyorduk.
Türkiye’nin geldiği boyutu, Türkiye’nin geldiği ölçeği ve gücü anlamak için, egemenlik alanımızı ne kadar genişlettiğimizi anlayabilmek için, çıkardığımız fosil yakıtın, Mavi Vatan’daki sondaj gemilerimizin, Türkiye’nin inşa ettiği enerji kaynaklarına erişim kapasitesinin büyüklüğünü artık daha iyi görüyor, daha iyi anlayabiliyoruz.
Türkiye’ye bu prangaları neden vurdular, neden topraklarımızın altındaki enerji kaynaklarımıza erişmemizi engellediler? Sormamız gereken asıl soru bu. Neden bizler hep kalitesi düşük diye beton dökülüp kapatılan petrol kuyularının hikâyelerini dinledik, neden?
Batman’da bugün hâlâ var olan petrol tesislerinin neden daha fazla büyütülemediğini, neden o bölgedeki petrolü çıkarmaya “gücün yetmediğini” sormadık, sorgulamadık. Ancak son yıllarda, son on yıl içerisinde bilhassa 15 Temmuz’dan sonra, Türkiye enerji kaynaklarına erişimde, yer altı ve yer üstü kaynaklarını bir değere dönüştürmede büyük bir yol aldı, prangalarını kırdı.
Enerji ihtiyacımızın cari açığa yansıyan kısmı Türkiye için büyük bir problem, büyük bir sorundu. Hâlâ bir sorun olmaya küçülerek devam ediyor. Ancak özellikle Enerji Bakanlığı’mızın millî kurumsallaşması ve görev yapan bakanlarımızın performansıyla bugün Türkiye’nin cari açığını düşürmek ve azaltmak başta olmak üzere, çok ciddi atılımlarla enerji kaynaklarımızı Türkiye’nin millî bakiyesine kazandırmakla büyük bir iş yapıyorlar.
Tabii sadece bu kadar mı? Değil. Küresel olarak cazip olan güneş enerjisi, rüzâar enerjisi, hidroelektrik enerji gibi enerji kaynaklarını, nükleer enerji gibi önemli bir kaynağı ülkeye kazandırmak için büyük çaba harcandığını görüyoruz. Bilimsel gelişmelerin ışığında yeni teknolojilerin Türkiye’ye kazandırılması ve millîleştirilmesi için de büyük bir çaba olduğunu hep beraber görüyoruz, şahit oluyoruz.
Türkiye asıl önemli hamleyi, yenilenebilir enerjide yaptı. Türkiye bunu nasıl başardı? Türkiye yenilenebilir enerjide dünyada 11. ve Avrupa’da da beşinci sırada. Bu sıralama Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar’ın açıklamalarına göre, her yıl 5 bin megavat kapasitemiz artırılarak yukarı çıkarılacak. Şu an güneş ve rüzgâr yenilenebilir enerji değerlerine baktığımızda ulaştığımız kapasitemizi 29 bin megavat. Lisansı verilmiş 80 bin megavat yenilenebilir enerjimiz var. Bunun 30 bini sanayi tesislerine verilmiş durumda.
Bunlar, Türkiye ve biz Türkler için çok önemli gelişmeler. Sahip olduğumuz enerji kaynaklarını yönetebiliyor, işleyebiliyor ve üzerlerindeki tasarruf hakkımızı, egemenlik hakkımızı sonuna kadar kullanabiliyoruz. İşte önemli olan budur.
Bir başka ülkenin, büyük bir grubun ortaklığına, küresel bir şirketin veya bu işi tekelleştirmiş yapıların hegemonyasına takılmadan, ülkemizin yeraltı kaynaklarını buluyor, vatandaşlarımızla buluşturuyor ve küresel ekonominin böylesine daraldığı bir dönemde alternatif türev araçlar oluşturulmasının da mutluluğunu hep birlikte yaşıyoruz.
Tüm bu gelişmeler ekseninde bir konu var ki atlamamak gerekiyor. Türkiye nükleer enerjide de önemli atılımlar içerisinde. Akkuyu Nükleer Güç Santrali yani nükleer enerji, Türkiye’nin, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyanın çok gerisinde kaldığı bir alandı. Batı’nın bize kapattığı nükleer enerji alanını, biz Rus iş birliğiyle açtık. Tüm enerji alanındaki bu gelişmelerin ışığında Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ndeki gelişmeler ve Türkiye’nin nükleer enerji başta olmak üzere temiz ve yenilebilir enerji kaynakları alanında aldığı mesafe, başlı başına ayrı bir yazının konusu olacaktır.