Kuruyan yalnızca leb mi?

Kuruyan sadece bir leb olsaydı,

Kader suçlanmazdı.

Hayatın yorgunluğuna İsyan etmiyorum.

Ellerimi Semâya kaldırıp, bir dua yolluyorum yüreğimden Rabb’ime.

Başka tesellim olmuyordu ki..

Yaşanmışlıklarıma bakıp tebessüm ediyorum da,

Gelecek ömrüme ağlıyorum.

Kimler geldi, kimler göçtü diye sayıyorum;

Ömrüme iz bırakanları, silinmeyecek çizgi atanları..

Ezansız geçen gurbet günlerinin hesabını kime sorayım..?

Yaşanmalıydı, diye sayıklıyorum.

Sevgi ile sarılıp, belki de ağlamalıydım.

Lakin her gidişimde, ya da gidenlerden sadece canım da bir acı kalmıştı!

Sorgulasam mı kaderi?

Sonunda, ya suçlu ben çıkarsam!!!

Nerede veya kime yanlışım olmuştu da;

“Seviyorum” kelimesini yüreğime gömmüştüler..

Gözbebeklerimde sakladığım ey yârim;

Kalbimdeki sevdanın ateşi mi eritti seni de, kayboldun benden?

Çok sevilmek mi ağır geldi de, taşıyamam deyip kaçıp gittin..!

“Ben, böyle bir odunum” der dururdun ya;

Odunlara bile beni âşık ettiğini bilemedin!

Seni, ağaçların dallarındaki yaprakların çizgileri adedince sevdim!

Sen bildin mi..?

Ah be kader!

Bak yine sana dönüp geldim..

Katre Katre yağdın ömrüme.

Acıları yudum yudum içirdin de,

Sevdâ ateşine niye yaktın?

Ateş bu, yakmadan olurmuydu ki...

Odunun göreviydi yanarak, harıyla ısıtmak.

Ama sen, alevinle yakıp kül ettin de;

Bir dönüp gözlerime bakamadın be sevdâm!

Kendini göreceğin aynaydı gözlerim.

Hatta; Sevdâ destanı yazılıydı,

Okumasını bilseydin keşke..

Ayrılık,  yazarken kalemi titretir.

Yaşarken bedeni yakar.

Ölmeden ruhunu alır götürür de,

Sevdâlı yürek İsyan etmez..

Sevdin mi, adam gibi seveceksin!

Adam, dedim ya;

Öyle mert olacaksın!

Korkmadan bakacaksın gözlere.

Kıskanacaksın, rüzgarın tenine dokunuşunu.

O gülünce, bahar açacak yüreğinde.

Dertlerin, tasaların kaybolup gidecek!

Makâmına, mekânına, boyuna, endamına bakmadan seveceksin.

Özleyince burnunun direği değil,

Yüreğinin damarları sızlayacak!

Yolları aşıp geleceksin.

Öyle sarılacaksın ki;

Sol yanından avazlar yükselecek!

Kokusunu çekeceksin içine,

“Misk-i Amber’im” deyip, şükredeceksin..

Sevdin mi, vazgeçmeyeceksin.

“Gittiği yere kadar” diyerek, ağlatmayacaksın!

“Cennette bile benimsin” diyebileceksen, sevmelisin.

Ey kader;

Beni, böyle bir sevdâyı yazacak kadar yordun.

Yaşatmadın ki!

Bülbülün ötüşünü yazayım,

Gülün kokusunda ki sevdâyı anlatayım.

Yorgun bedenime, bir buse kondurmadın..

Nice aşklar, dünya hâli yaşandı.

Niceleri ise, mahşere kaldı.

Sen, nerede kaldın ey vefâsızım!

Hayata, bir teşekkürüm kaldı ya.

Gidene, ağlatmayı öğretti bana!

Yetimlerin sevilmeye haklarının olmadığını, bir bir anlattı.

Saçlarıma düşürdüğü ak ak teller ile,

Gözlerimden akan yaşlar ile...

Hayat mı?

Yorgun..

Kader mi?

Kederli..

Dünya mı yalandı,

Sevmek mi..?

Sevenin pişmanlığı olur muydu ki;

O vakit “Sevdim” derken, leb kurumazmıydı?..

Sevmekten usanmazdı yürek.

Sevmeyenin, seveni olmaktan mutlu olmazdı ya..

Hayat bir kez daha anlatmazdı,

Sevmenin;

Her şeye rağmen yaşanmasının, yüreğe şifa olduğunu.

Sen, git ey vefasızım.

Ben senin mezarını kazmayacağım!

Kalbime, adını “nefesim” koyduğum bir gül diktim.

Gözlerimden yüreğime akan yaşlar ile,

O gülü hep yaşatacağım.

Bırak, dudaklarım ismini anmaktan kurusun.

Yeter ki sevmekten yüreğim usanmasın..!