Bu konuda en güzel ifade ve tanımlama Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelmiştir. Hatırlarsanız Başbakan iken Mısır’ı ziyaretinde “devlet laik olabilir halk laik olamaz” demişti. Aslında satır aralarına bakarsanız; bu söz ile “laiklik dayatılamaz” denilmektedir. Erdoğan, yıllar boyu milletimizin ensesinde şamar gibi patlatılan “laiklik” konusunu insan haklarına dayalı ve vicdan özgürlüğü çerçevesi altında ele alan bir bakış açısını yansıtmaktaydı. Şimdi bu sözü yeniden ele alıp geniş bir düzlemde değerlendirmekte yarar var. Laiklik konusunu madde madde ele alıp incelemeye çalışalım.
1. İnsanların büyük bir kısmının bir dini ve inancı vardır. Kimse bu din ve vicdan özgürlüğüne karışamaz. Zira Allah ile kul arasındaki bu ilişki başkalarının dayatmasına müsaade etmeyen bireysel bir özgürlüktür. İster Müslüman isterse bir başka dine mensup olsun kişi dininin gerektirdiği ibadetleri özgürce ve hiçbir baskı altına girmeden yapabilmelidir.
2. İnsan haklarına dayalı modern devlet; bütün inanç sahiplerine saygılı olmalı, kimseyi dinini değiştirmeye zorlamamalıdır. Bu anlayış İslam dininin “leküm dini küm veliyedin-senin dinin sana benim denim bana” emrine ve “la ikraha fiddin-dinde zorlama olmaz” ayetlerine uygun olup insana değer veren bir bakış açısıdır.
3. Dini esaslar, siyaset ve politika aracı olarak kullanılamaz. Hangi siyasi düşünce sahibi olursa olsun partiler ve sivil toplum kuruluşları dini değerlere saygı göstermeli bunları istismar aracı olarak kullanmamalıdır. Zira din umumun malı olup hiçbir zümre ve gruba münhasır kılınmamıştır.
4. Laiklik denilince birçok insanın aklına hemen başörtüsü yasağı gelmektedir. Örneğin ben 28 Şubat 1997’de Deniz Kuvvetlerinden zorla emekli edilirken bani suçladıkları şey eşimin başörtüsü idi. Kısaca laiklik özgürlüğün bir teminatı olarak değil baskı ve yasaklama aracı olarak sunulmuş ve öyle olduğu ispatlanmaya çalışılmıştır. Bu aldatmacaya bir son vermek gereklidir.
5. Kamu otoritesinin fütursuzca işlediği yasaklar, milyonlarca kişiyi etkilemiş başta kadın ve kızlarımız en temel haklardan biri olan eğitim hakkından mahrum bırakılmıştır. Bu icraat laiklik değil düpedüz dinsizliktir.Komünist ülkelerde yapılan uygulamaların Türkiye modelidir. Hâlbuki mukaddeslerle ilgili olarak yasaklamalar kenarda dursun dini esaslarda saygısızca konuşmak, inanç sahiplerini küçümseyip alaya almak büyük bir suçtur. Bu suçu işleyenler kanun önüne çıkarılıp yargılanmalıdır. Aksi takdirde evrensel ahlak ve vicdan özgürlüğü devamlı surette örselenir ve ayaklar altında kalır.
6. Gayrimüslimler, dini mukaddeslerine dokunulmadan özgürce bu vatanda yaşamışlardır. Buna mukabil Müslümanların ibadethaneleri yıkılmış bazen ahırlara çevrilmiş hatta Ezan-ı Muhammedi bile yasaklanmıştır. Kuran okumak,“Latin alfabesine muhalefet etmek suçudur” diye baskı uygulanmış birçok yerde Kuran okumak dahi engellenmiştir. Bu durum laiklik değil düpedüz komünistlik hatta dinsizliktir. Lakin bunu inkılap softalarına ve gerçek yobazlara anlatmak zordur. Dinsizliği laiklik diye yutturmaya çalışmışlardır. Bu yüzden halkımızda laiklik kelimesine karşı büyük bir tepki vardır. Şimdi aynı dinsiz yobazlar, dindar insanlara sıkıntı vermek maksadıyla “laiklik” borazanını işletmeye çalışmaktadırlar. Uyanık olmalı onların bu tuzaklarına düşülmemelidir.
7. Kanun-u Esasi’nin devamı olan Anayasamızın ikinci maddesi “Türk Devletinin dini İslam’dır” hükmünü taşıdığı halde bu madde din düşmanları tarafından değiştirilmiştir. 1924 Anayasası önemli değişiklere uğramış öncelikle vicdan özgürlüğü ile alakalı hükümler Müslümanların aleyhine olarak değişikliğe uğratılmıştır. Bazı maddeler yerlerini ilkel, devletçi ve CHP ideolojisi olan maddelere bırakmıştır. İlk önce 1928 yılında”Devletin dini İslam’dır.” ibaresi çıkarılmıştır. Bu değişiklik devlet yöneticilerinin dine olan bakışını açık bir şekilde göstermekte olup ibretlidir.
8. Bu kadar değişiklik tek parti yöneticilerini kesmemiş 5 Şubat 1937’de aslında Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkeleri olan “Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılâpçılık” maddeleri, Anayasanın 2. maddesine dâhil edilerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel nitelikleri olarak belirtilmiştir. Bu kadar faşistliğe pes demek gerekir. Yahu bir partinin ilkeleri anayasaya konulur mu? Bu kendini bilmez insanlar baskı ve dayatmayı bu derece kolay uygulamayı nereden öğrenmişler? Jakoben ve dayatmacı anlayış dahi bu kadarına “yuh” diyecektir. Şimdi kırmızı çizgiler ve değiştirilmesi talep dahi edilemeyen maddelerin aslı işte bu ilkelerdir. Bu faşist mantığı demokrasi diye yutturanların yüzleri kızarmamaktadır. Fakat kendilerini kandırmaktan başka bir şeye yaramayan bu hususları iyi bilmek gerekir. Yoksa ısıtıp ısıtıp karşımıza getirmekten çekinmeyen bu insanları makul bir seviyeye asgari müştereklerde birleştirmeye imkan kalmaz.
9. 1961 Anayasası, hukuk fakültelerinde ileri sürüldüğünün aksine olarak 1924 anayasasından çok daha kötüdür. Zira halkın kendi kendini yönetmesini önlemek için meydana getirdiği vesayet kurumları ile Şeytanın dahi aklına gelmeyen baskıcı yöntemler ortaya koymuştur. Eli kolu bağlanan hükümetler gerekli kanunları çıkarmada ve terör olayları gibi basit kanunlarda dahi yetkisiz kılındığından veya bahse konu vesayet kurumlarının engellemesi ile karşılaşmış ülkemiz yönetilemez duruma getirilmiştir. Cuntacıların da yaptığı anayasaların temel niteliği işte budur. 1982 Anayasasında da vesayetçi kurumlar halkın kendi kendisini yönetmesine engel olmak için akla gelen her türlü maddeyi anayasaya koyarak kendisini göstermiştir. Hatta anayasadaki geçici maddelerin bulunduğu “Konsey maddeleri” Türkiye Cumhuriyetinin hukuk konusundaki utanç maddeleri olarak tarihte yerini almıştır. 1961anayasanın getirdiği kargaşa ortamından istifade eden darbeci generaller 12 Eylül 1980 yılında tekrar bir darbe yapmışlardır. Bu sefer albaylar değil generaller devreye girmiş hiçbir suçları olmadığı halde dindar insanlara dahi işkence yapmaktan çekinmemiştir.
10. Halen yürürlükte olan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982 Anayasası olarak da bilinen anayasa olup 18 Ekim 1982 tarihinde kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi ve değiştirilmesini önermek kesinlikle yasaktır. Haşa Allah’ın emriymiş gibi zorla dayatılan bu maddelere şimdilerde hürriyetten ve özgürlükten nefret eden kişi ve kuruluşlar sonuna kadar sahip çıkmaktadır. Bunu direten parti ve kuruluşları iyi tanımak için tekrar tekrar bu tarihi gerçekleri gözlerine sokmak lüzumu vardır.
11. Elbette bu fütursuz ve pervasız düşünce M. Kamal’ın TBMM’de yaptığı konuşmada “ihtimaldir ki bazı kelleler kesilecektir” sözünden güç almaktadır. İttihatçılar ile başlayan ve günümüze kadar gelen baskıcı ve diktacı anlayış 2016 yılında dahi hala etkisini sürdürmektedir. Bu insanlara zaman ayırıp ikna etmek yerine halka giderek, özgürlükçü, din ve vicdan hürriyetlerine saygılı bir anayasa yapmak çok daha doğru bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bu darbeci, faşist ve baskıcı anlayışa iyi niyetle uzlaşma ile gidildiğinde şımarmaktadır. İşin kötüsü bu insanlar dönüp gelerek dişinin kirasını da istemektedir. Laf anlamayan bu vahşi ve çağdışı kalmış insanları çok fazla ciddiye dahi doğru değildir, vesselam…