Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus’un açıklamaları geçen hafta yeniden gündemimize oturdu: "Yeni M çiçeği salgını kontrol altına alınabilir ve durdurulabilir." Peki, gerçekten öyle mi?
Tüm dünyayı etkileyen COVID-19 pandemisinin ardından, bu kez başka bir virüsle karşı karşıyayız. 2022'de başlayan küresel M çiçeği (mpox) salgını, hâlâ devam eden ve özellikle Afrika'da büyük bir tehdit oluşturan bir kriz. Yalnızca Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde 16 binden fazla şüpheli vaka ve 575 ölüm rapor edildi. Bulaşma hızla yayılıyor ve bu sadece Afrika'nın sorunu değil; İsveç’ten Tayland’a kadar farklı bölgelerde de vakalar bildirilmiş durumda.
Peki, bu virüs neden bu kadar tehlikeli ve DSÖ'nün hazırladığı "Küresel M çiçeği Stratejik Hazırlık ve Müdahale Planı" gerçekten bu salgını durdurabilecek mi?
M çiçeği: Bilinmeyen bir tehlike mi?
M çiçeği, kökeni hayvanlara dayanan zoonotik bir virüs. Kemirgenler (fareler ve sincaplar gibi) ya da enfekte olmuş bireylerle doğrudan temas sonucu insana bulaşıyor. En yaygın bulaşma şekli ise enfekte kişilerin vücut sıvıları veya döküntüleriyle temas etmek. Üstelik, bu döküntülerin bulaştığı giysi, havlu ya da çarşaf gibi eşyalar da virüsü taşımaya devam ediyor. COVID-19’dan öğrendiğimiz gibi, temas yoluyla yayılan virüslerin kontrolü zor. Ancak M çiçeği, bu bulaşma yollarıyla sınırlı kalmıyor; enfekte bireylerin vücut sıvılarıyla ya da döküntülerle temas da ciddi bir risk oluşturuyor.
İlk belirtiler, virüsü aldıktan 5 ila 21 gün sonra ortaya çıkıyor ve su çiçeğine benzeyen döküntüler, lenf bezlerinde şişlik, kas ve sırt ağrıları gibi semptomlarla kendini gösteriyor. Hastalık çoğu kişide hafif seyretse de, ağır vakaların sayısı göz ardı edilemeyecek kadar fazla.
Küresel mücadelede koordinasyonun önemi
DSÖ, salgını kontrol altına almak için "Küresel M çiçeği Stratejik Hazırlık ve Müdahale Planı" adını verdiği kapsamlı bir plan üzerinde çalışıyor. Ghebreyesus’un konuşmasında da altını çizdiği gibi, bu plan sadece gözetim ve müdahale stratejilerini değil, aynı zamanda tıbbi karşı önlemlere eşit erişim ve toplulukların salgın önleme süreçlerine aktif katılımını da içeriyor. Bu, COVID-19'dan çıkarılan en büyük derslerden biri olabilir: Salgınlarla başa çıkmak sadece bilim insanlarının ve hükümetlerin değil, tüm toplumun işbirliğiyle mümkün.
Ancak, bu işbirliği ne kadar etkili olacak? Virüsün, başta Kongo Demokratik Cumhuriyeti olmak üzere, Afrika'da daha yoğun etkili olduğu gerçeği var. Afrika, salgınların ve sağlık krizlerinin en sert yaşandığı kıta olarak biliniyor. Kıtadaki zayıf sağlık altyapısı ve sınırlı kaynaklar, bu tür virüslerle mücadeleyi çok daha karmaşık hale getiriyor. Bu noktada, Ghebreyesus’un belirttiği gibi, DSÖ'nün Afrika Birliği Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi ile işbirliği yaparak müdahale çabalarını koordine etmesi son derece kritik.