Tam 20 yıl önceydi. Edebiyat dergisi Eski Broy’un hem yayın kurulu üyesi hem de yazar olarak son kez katkı verdiğim 44. sayısının kapak manşeti şöyleydi: “Neymiş bu beylerin şiirin soylu değerleri dedikleri şey”

İşte, Halk TV’nin devirdiği çamların ardından koparılan “gazetecilik” yaygarasını izlerken tam da bu başlık geldi aklıma…

Acaba neymiş dedim… Neymiş bu beylerin gazetecilik dediği şey?

Öncelikle en başından beri söylediğimi tekrar edeyim: Neyin suç olup neyin olmadığına biz karar veremeyiz. Bizi ilgilendiren kısım bu işin mesleki boyutu yani gazetecilik ile ilgili olan kısmı.

Konumuz malum, Ekrem İmamoğlu’nun yargılandığı bir davada görüş sunan bilirkişinin gizlice ses kaydının alınıp yayınlanması…

Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nun 2019’daki kongresinde kabul edilen “Gazetecilik Etik İlkeleri Küresel Bildirisi’nin” 4. maddesi doğrudan bu konu ile ilgili. Bakın ne diyor:

“Gazeteci, bilgi, görüntü, belge ve verileri elde etmek için yalnızca adil yöntemleri kullanır… Kamu yararı açısından son derece önemli olan, bilgilerin başka şekilde toplanmasının imkânsız olduğu durumlar hariç, gizli görüntü ve ses kayıtları kullanmaktan kaçınır.”

Yani gazeteci gizli ses kaydı alamaz. Bunun sadece bir istisnası vardır: Çok yüksek kamu yararı olacak ve bilgiye başka türlü ulaşmak mümkün olmayacak. Dikkat ederseniz bu iki koşul arasında “veya” sözcüğü yok. Yani gizli ses kaydı almak için iki koşulun birden sağlaması lazım. Bu istisna dışındaki gizli kayıtlar gazetecilik değil.

Şimdi gelin bizim “kahraman gazetecilerin” yaptığı işe bir bakalım… İmamoğlu’nun bir bilirkişiyi suçlaması tabii ki haber değeri taşıyor. Peki, olaya dair gizli ses kaydı dışında bilgi toplama imkanı var mı? Bal gibi var. Hatta denilebilir ki alternatif yöntemler arasında belki de en gereksizi bilirkişiyi arayıp konuşturmak.

Gazeteci olarak izlemeniz gereken yöntem belli. Aynı kişinin düzenlediği başka raporlara ulaşırsınız, şayet benzer davalarda verdiği görüşler arasında gerçekten de bir çelişki varsa tam bir bomba haber yapabilirsiniz. Bunu yapamıyorsanız başka bilirkişilerden, başka uzmanlardan görüş alırsınız, tertemiz haberinizi yaparsınız. Sonra da karşı tarafın görüş hakkı için bilirkişiyi ararsınız. Ama konuşmanızı gizlice kaydetmezsiniz çünkü zaten buna gerek yoktur.

Demek ki neymiş, başka şekilde bilgiye ulaşmak mümkünmüş. Bu yaptığınızla gazetecilik etiğini çiğnediniz.

Gizli ses kaydını mubah kılan ikinci koşula da bir göz atalım… Neydi o koşul? Çok yüksek kamu menfaatinin varlığı… Allah aşkına, mahkemelerde hakkını arayabilecek kadar güçlü olan bir siyasetçinin davasındaki teknik bir detay nasıl çok yüksek kamu menfaati olabilir?

Bir gazeteci, -kim olursa olsun- bir siyasetçiyi korumak için böylesine cevval bir atak yapıyorsa, siyasetçinin menfaati kamu menfaati imiş gibi davranıyorsa, bu, meslek açısından utanılması gereken bir durumdur. Bir de bu işin ucu gelip gizli kayıt almaya dayanıyorsa… O yapılan işe gazetecilik denmez, başka bir şey denir.

Şimdi gelelim işin en trajik tarafına. Sözünü ettiğimiz gazetecilik etik bildirisinin altında Türkiye’den de iki kurumun imzası var: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Gazeteciler Cemiyeti. Ve her iki kurum da kendi imza attıkları bildiriyi görmezden gelerek bu gizli kayıt işini savundular. Gizli ses kaydı alan ve yayınlayan insanları kınamadıkları gibi, yapılan işi gazetecilik sayıp “Gazetecilik suç değildir!” diye slogan attılar. Akıl alır gibi değil gerçekten…