Bahçeli’nin sözlerinin ardından bütün taşlar yerinden oynadı demiştik ya hani… Bakın örgüt elebaşılarından Duran Kalkan ne diyor: “Bu savaşın merkezi Türkiye’dir. Bu Türkiye değiştirilecek. AKP, MHP, milliyetçilik ve dincilik yıkılmadan Türkiye bu felaketten kurtulamaz.”
Ne kadar tanıdık sözler değil mi? Türkiye’deki muhalefet partileri de uzunca bir süredir benzer şeyleri söylüyor. Kemal Kılıçdaroğlu, irili ufaklı tüm muhalefeti aynı mantıkla konsolide etmişti. Bugünkü CHP liderliği, biraz daha makul bir yaklaşım geliştirmeye çalışıyor ama muhalefetin gövdesi büyük oranda aynı yerde duruyor. Muhalefet, seçmenini 10 yıl boyunca bu mantıkla beslediği için Kılıçdaroğlu’nun, “Erdoğan ile müzakere olmaz, mücadele olur.” sözü hâlâ ciddi miktarda alıcı buluyor.
PKK ile muhalefet arasındaki söylem birliği geniş bir alana yayılıyor. Sadece CHP değil, muhalefetin “sağcı” aktörleri de bu çerçevede PKK ile ortaklaşıyor. Hepsi “Türkiye’nin asıl sorunu Ak Parti - MHP’dir, bunlar yıkılmadan ülke düzelmez.” diyor.
Bunun sebebi, ta Gezi olayları döneminde verilen sufle. Tüm aktörler sufleyi aynı yerden, ABD ve Brüksel’den alınca eli kanlı terör örgütü ile legal siyasi partiler aynı noktada birleşiyor. CHP ve ortakları, kendilerine özgü bir siyaset üretemedikleri için Batı’nın verdiği akla mecbur kalıyor. Ama aynı Batı, silahlı örgütün “siyasetini” de aynı şekilde belirleyince… Safta yanına dönen muhalefet, omuz başındaki PKK ile göz göze geliyor!
Gerçekleri eğip bükmeden söyleyelim: PKK, DEM üzerinde doğrudan vesayet sahibi. Ancak etkisi DEM ile sınırlı değil. Örgüt, DEM’in siyasi ittifakları ve Batılı beşinci kol faaliyetleri üzerinden muhalefetin diğer partilerini de çeşitli biçimlere etkiliyor. Bu tuhaflığın dünyada başka bir örneği yok. Bir terör örgütünün, sistemdeki en güçlü aktörlerden biri hâline gelebildiği tek ülke maalesef Türkiye. Bahçeli’nin, DEM’e yönelik çıkışını biraz da bu açıdan okumak lazım. Türkiye’de demokrasi tüm kurumları ile sağlıklı bir şekilde çalışır hâle gelecekse terörün sistem üzerine düşen gölgesinin yok edilmesi lazım.
Bahçeli, bunun için DEM’in ve PKK’nın “asla olamaz” sandığı şeyi sürdü ortaya. 25 yıldır siyasetlerini “Öcalan’ın özgürlüğü” sloganı ile ören örgütler, devletin, koşullar oluşursa buna bile hazır olduğunu duyunca ne yapacaklarını şaşırdılar. Silahta ısrar eden açıklamalar, TUSAŞ’a yönelik alçakça saldırı ve en son DEM Parti Meclisi'nden gelen son derece sorunlu açıklama… Tamamının pozisyon kaybetme korkusu içinde panikle yapılmış işler olduğunu anlamak güç değil.
Örgüt, onun sivil uzantısı DEM ve destekçisi CHP… Hepsi Türk demokrasisinin gelişkinliği karşısında apışıp kalmış hâlde. En beklenmedik yerden en üst düzeyde gelen öneri, onları yıllardır ellerinde tuttukları oyuncaklarını bırakmaya mecbur ediyor.
Evet, Bahçeli’nin hamlesi Türkiye’deki demokratik sistemin gelişkinliği ile ilgilidir. Ukrayna’da Sorosçuların ilk "turuncu devrim" denemesi 2004’te yapıldı, tutmadı. 2014’teki ikinci deneme ise başarılı oldu. Çünkü geçen 10 yıl içinde Ukrayna demokrasisi yeterli gelişmeyi gösterememişti. İlk bakışta pek anlayamasak da bizde tam tersinin olduğunu görüyoruz. Turuncu devrim provasına dönüşen Gezi’den bugüne, demokratik sistem büyük gelişme kaydetmiş. Bunun bir ayağı terörün silahla ezilmesi, diğer ayağı ise darbe koşullarında bile demokratik seçimlerden ve özgürlüklerden vazgeçilmemesidir.
Türk demokrasinin geldiği yerden haberi olmayanlar hâlâ 90’lı yılların ezberlerinde debelenip duruyorlar. Örgütün paniği de bundan kaynaklanıyor, sözde milliyetçilerin provokatif tepkileri de Özgür Özel’in “Size devlet vereyim.” hovardalığı da… Olayların gelişimini anlamaları için ise en önce ellerindeki paradigmanın iflas ettiğini kabul etmeleri gerekiyor.