1974 yılında Kıbrıs’ta kendi gemimizi batırırken hiçbir general veya amiralin ceza almadan beraat etmesi bunun yerine kusurun deniz ve hava kuvvetlerimizin üzerine bırakılmasına benzeyen tutum ve davranışlar aradan 48 yıl geçmesine rağmen devam etmektedir. 360 milyon dolar değerindeki 2 adet askeri nakliye uçağımız hakkında aradan 48 gün geçmesine rağmen tatmin edici cevaplar verilmemektedir. “24 Şubat akşamı insani yardım maksadıyla iki A400M uçağımızı Ukrayna’ya gönderdik. Aynı zamanda oradaki vatandaşlarımızın da tahliyesini planlamıştık” denilmesi, Türk kamuoyu ile dalga geçmekten başka bir şey değildir.
Sormak gerekmez mi? Vatandaşlarımızı tahliye etmek için daha pahalı bir uçak bulamadınız mı? Ne ilginçtir ki; bunu soracak bir insan dahi ülkemizden çıkmıyor. Veyahut başıboş dolanan 3 adet deniz mayını gibi Türk Boğazlarındaki çok ciddi tehlikeler doğurabilecek cisimler hakkında “imha edildi” denilerek konunun kapatılması; halkımızın endişelerini daha fazla arttırmaktan öteye gitmemektedir. Çünkü bu mayınların “menşei, özellikleri ve üzerinde bulunan işaretlerden” hiç bahsedilmemesi, Türkiye’ye zarar vermek isteyenlerin kimler olduğunun bilinmemesine neden olmaktadır.
Hâlbuki bu konuda yapılacak işlem çok basittir. Mayınlar imha edilmeden önce fotoğrafları ve özellikleri tespit edilerek analiz edilmesi ve çıkan sonuçların kamuoyuna açıklanması gereklidir. Fakat sivil devlet unsurlarının çok zayıf kaldığı ülkelerdeki gibi askeri yöneticilerin “hesap verilebilirlik” özelliği neredeyse hiç yoktur.
Bu konuda sadece askerleri suçlamak da doğru değildir. Siyasetçiler başta olmak üzere akademisyenler, basın mensupları ve sivil toplum yöneticilerinin seviyesi de maalesef ciddi bir şekilde sırıtmakta; militarist anlayışın ne derece güçlü olduğu çok net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Ülkemizin sivil devlet yönetimi, demokrasi, hesap verilebilirlik, hürriyet ve özgürlük noktasındaki durumu hiç de iç açıcı değildir. Bu konuda yazılıp söylenecek çok husus vardır. Makale sınırları yetişmediği için bunları sonraki yazılarıma bırakıyorum. Lakin 28 Şubat 1997 döneminde sırf eşi baş örtülü diye ordudan emekli edilmiş on bine yakın askerin sorunlarını sümen altı eden hükümet yetkililerine de sormak istiyorum:
Basında çıkan onca yazıyı görmezlikten gelip pişkinliğe vuruyorsunuz. Peki, Kamu Denetçiliği Kurumunun aldığı kararlara karşı gelerek hak gaspı yapmakla neyi ispatlamaya çalışıyorsunuz? Yoksa 2023 Seçimlerinde hükümetin başarısız kalması için devlet içerisinden oyun çevirmeye mi bakıyorsunuz?
Ergenekon ve Balyoz davalarında FETÖ örgütünün haksız yere zulmettiği subayları göreve iade edip tazminatlarını vermekten çekinmiyorsunuz. Bunu anladık. Kimsenin parasında gözümüz yok. Elbette haklarını alacaklar. Lakin 28 Şubat 1997 darbesi ile haksız yere ordudan ilişiği kesilerek özlük hakları gasp edilen askerlerin haklarını vermemek için gösterdiğiniz bu direnç nedendir? Mahkeme, kadıya mülk değildir. Elbette bu gasp ve talanın hesabı bir gün muhakkak sorulacaktır.
Olgunlaştırılıp Meclis’e kadar getirilen kanun tekliflerini sümen altı edip kadük duruma düşüren devlet bürokrasisindeki adaletsiz uygulamaların bir gün yuvarlanarak büyüyen kartopu gibi başınızı ezeceğini hiç düşünmez misiniz? Unutmayın ki zulüm payidar kalmaz, vesselam…