Suriye’de ‘son durum’ diye bir şey yok. ‘Son durum’ her an değişiyor.

Muhalifler, rejimin ne kadar kof olduğunu sahada anladılar. Muhalif güçlerin kolay ilerlemesinde, Suriye’nin her karış toprağının zulümle yönetilmiş olmasının da payı var.

Baba Esed, ardında, ‘sertlikle ve zulümle yönetim anlayışı’ bırakarak göçtü. Yerine oturtmak için ilk tercihi olmayan Beşşar Esed de bütün yönetim açıklarını ve yeteneksizliklerini zulüm ile kapatmaya çalıştı. Sadece iktidarını ve geleceğini düşündü.

Kısacası; Suriye’deki Esed rejimi, uzun zamandır çok sert ve çok zalim. Korkunç ‘muhaberat’ ağıyla kendi halkına düşmanlık ediyor. Buna bir de yoksulluğu ekleyebiliriz.   

Suriye’de isyan hâlinde ya da duygusunda olmayanlar bile en hafif deyimle; mutsuz.

Esed’in Nusayrileri hariç halkın büyük bölümü, Şam rejiminden kurtulmak istiyor.

ABD, Rusya ve İran

Esed, uzaktan ABD’nin, havadan Rusya’nın, karadan İran’ın desteğiyle elde ettiği güç sayesinde ayaktaydı.

ABD, HTŞ’yi terör örgütü olarak görse de Şam’a doğru ilerlemesinden memnun. Gelinen aşamadan, müzakereye yanaşmayan Esed’i sorumlu tuttuğuna göre belli ki biraz cezalandırmak istiyor.

Rusya’nın, Ukrayna sebebiyle dikkati dağıldı ve gücü azaldı. Ukrayna’da 100 bin askerini kaybettiğini resmen açıkladı. Gerçekleşenin daha fazla olduğunu da söyleyebiliriz. Uçak, tank, mühimmat ve moral kayıplarını, iç kamuoyunun desteğinin azalmasını da ekleyelim. Geldiği noktada Rusya, Suriye’de daha çok taviz vererek Ukrayna’dan daha az zararla çıkmayı hesaplıyor olabilir mi? Neden olmasın!

İran, daha da zorda. Cumhurbaşkanının şüpheli ölümünden itibaren bir dizi olayla İsrail tarafından âdeta aşağılandı. Sahadaki milis gücü Hizbullah, yönetim kadrosunu kaybetti ve çok zayıfladı.

ABD elini geri çekince, Rusya ve İran sahada duraklayınca, Esed bütün güçsüzlüğüyle açıkta kaldı. Daha da zayıflayacağı anlaşılıyor.

Türkiye nerede?

Yedi düvel, aklıyla, stratejisiyle, vekil güçleriyle, çıkarının hesabıyla bu coğrafyada.

Suriye Millî Ordusu’nu Türkiye’nin desteklediğini, cümle âlem biliyor. SMO’nun HTŞ ile karıştırılmaması, yan yana konmaması gerekiyor. HTŞ, Rejim’in zulmünün ve baskısının büyüttüğü bir örgüt. Halep ve yöresinin çocukları. Halep’i insanıyla, kültürüyle, mimarisiyle bütün mirasıyla korumaya özen gösteriyorlar. Sorunları Şam rejimiyle.

Türkiye’nin tavrı değişmedi, değişmiyor. Terör tehdidi karşısındaki tutumu ve güvenlik koridoruna dair iradesi devam ediyor.

Bölgeyi askeriyle kontrol ediyorsa bu, topraklarda gözü olduğundan değil, Suriye rejiminin alanı boş bırakmasından. Türkiye’nin pozisyonu, uluslararası hukuka da uygun.

Türkiye bölgedeki tansiyonun düşmesi, istikrar ve huzur için çaba harcıyor.

Halep Kalesi’ndeki Türk bayrağı

Halep Kalesi’ne asılan Türk bayrağını, oradaki askerin ya da milis kuvvetin tarihten gelen duygusunun dışa vurumu olarak kabul etmek gerekir.

Türkiye’nin, emperyalist emeller beslediğinin işareti, büyük planın bir parçası olduğunu iddia etmek aşırı yorum olur.

İlle de siyasi bir anlam yükleyeceksek çatışma hâlindeki gruplara ve Esed rejimine kaba bir meydan okuma değil, dünyanın büyüklerine ince bir mesaj olarak anlamalıyız.

Devlet Bahçeli’nin son grup toplantısındaki konuşmasındaki sözü ile birlikte okuyabilir, nihai cümlemizi şöyle kurabiliriz:

100 yıl öncesindeki 400 yılda, bu topraklarda biz vardık. Üreterek, paylaşarak,  adaletimizle ve merhametimizle yönetiyorduk. Aklınızda Suriye’nin bölünmesi planı varsa biz buradayız, bunu bilin!

 

Bizdeki yan bakışlar

Türkiye’de, Suriye’deki her hareketi, iktidara yüklenme fırsatı olarak kullanmayı deneyenler var. Koro hâlinde ses veriyorlar: “Daha dün Esed’e elinizi uzatmıştınız, karşılık vermiyordu. Bugün, gidiyor diye avuçlarını ovuşturuyorsunuz!”

Türkiye elini uzattı çünkü Suriye’nin güvenliği ve istikrarı bizi de ilgilendiriyordu.

Türkiye elini uzattı. Bir sebebi de bölgeyi ateşe atmaması, gerilimi azaltması içindi.

Esed, bunu anlayamadı ve bildiği yoldan gitmeyi tercih etti.

Yanı başımızda haritalar değişiyorken kısır muhalefete kafalarını gömmüş, yazılarına ‘Orta Doğu bataklığı’ başlığı atanları da anmadan bitirmeyelim. “Bataklık” derken strateji savaşlarına, istihbarat yarışlarına, her şeyin birbiri içine girmiş olmasına işaret ettikleri sanılmasın. Bu coğrafyaya, değerlerine, insanına oryantalist bakışın ürettiği bir ifade bu. Nefretin eşlik ettiği bir deyim. ‘Orta Doğu bataklığı’ başlığıyla, diyeceklerinin bir yarısını zaten söylemiş oluyorlar. Orada takılı kalmışlar.

Bu kafanın, yeni dünyayı anlamasını, Orta Doğu’daki gelişmelerin hızına yetişebilmesini bekler misiniz?  Neyse ki Türkiye, büyük devlet ve büyüklüğünün farkında. Temkinli, hazırlıklı, bilgili, ölçülü, dikkatli, tecrübeli…