Tüm anketlerden aynı sonuç çıkıyor: Halkın yaklaşık %70’i ülkenin en önemli sorunu olarak ekonomiyi görüyor.
Peki ekonomiye dair en önemli sorun olarak ne görülüyor dersiniz? Son araştırmalardan birine göre, bu konuda fiyat artışları açık ara önde. İlk üç şöyle: Gıda fiyatlarındaki artış diyenler %27, kiralardaki artış diyenler %11. Genel olarak fiyatların yükselmesini en önemli sorun olarak görenlerin oranı %60’ı geçiyor. Yani halk ‘ekonomi’ derken aslında fiyatlardaki artışı kastediyor.
Ekonomistlerdeki hâkim algı, fiyat artışlarının talepten kaynaklandığı yönünde. Yani yüksek talep sebebi ile fiyatlar artmaya devam ediyor. Şayet böyle ise enflasyonu düşürmek konusunda işimiz hayli zor demektir. Çünkü TÜİK’in son açıkladığı tüketim istatistikleri talebin büyük oranda zengin kesimden kaynaklandığını gösteriyor.
Toplumun orta ve alt gelir grubu diyebileceğimiz %60’lık kesiminin toplam harcamalardaki payı %31. En zengin %20 ise toplam talebin %48’ini üretiyor.
%60’lık kesim, gelirinin %57’sini gıda ve kiraya veriyor, kalanla da geçinmeye çalışıyor. Kiralardaki %25 artış sınırı da kalkınca bu oran daha da artacak. Yani orta ve alt kesimin kısabileceği özel veya lüks bir tüketimi yok.
Sonuç açık: Talep azalacaksa eğer toplam tüketimin yarısını gerçekleştiren zenginlerin talebini kısmak lazım. Onlardan da hiç öyle bir sinyal gelmiyor. 2022 verilerine göre en zengin %20, en yoksul %20’nin 4,6 katı tüketim yapıyormuş. 2023’te bu fark 5,6 kata yükselmiş. Anlayacağınız, yoksullarımız artık temel ihtiyaçlarından bile kısıyor ama zenginlerimiz fiyatlar ne olursa olsun aynı şekilde tüketmeye devam ediyor. Bodrum’daki 1 milyon liralık adisyonların, geceliği 200 bin lira olan otellerin, uçuk fiyatlı gayrimenkullerin ve otomobillerin sırrı da bu.
Şayet enflasyon gerçekten talepten kaynaklanıyorsa zenginlerin harcamalarını nasıl azaltacağımızı düşünmemiz lazım. Ya da belki konunun sadece talep olmadığı, fahiş fiyatlama sorununu da göz önüne almak gerektiği sonucuna varırız.
KAMUDA TASARRUF
Başta söz ettiğim araştırmada çok dikkatimi çeken bir detay var. Halkın kamu harcamalarına bakışı hiç de sandığımız gibi değil. “Kamudaki israf en önemli sorundur!” diyenlerin oranı sadece %1,3. Hepimizin diline dolanan, en büyük sorun sandığımız “kamuda israf”; ancak listenin en sonunda kendine yer bulabiliyor!
Belki de bu konuyu en baştan düşünmemiz, ezberlerimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Türkiye’deki kamu harcamaları gerçekten çok mu yüksek yoksa bu sorgulamadan kabul ettiğimiz bir mit mi?
Gelişmiş ülkelerde kamu harcamaları ne kadarmış diye baktım. IMF’nin bu iş için kullandığı gösterge, faiz dışı kamu harcamasının toplam millî gelire oranı. Bu oran Fransa’da %58, Almanya’da %49, İtalya’da %56, İspanya’da %47, İngiltere’de %44. Avrupa Birliği ortalaması ise %45. Yani Avrupalı ülkelerde kamu harcamaları toplam gelirlerin %45’ini buluyor.
Bu oran Türkiye’de kaç biliyor musunuz? Sadece %28. Demek ki kamu harcamaları açısından gelişmiş Avrupa ülkelerinin hâlâ çok gerisindeyiz. İsraf tabii ki çok kötü bir şey, sadece devlette değil her alanda önüne geçmek lazım. Bazı devlet dairelerinin verimsiz çalışması da bir sorun. Ama her fırsatta “Kamu harcamaları çok yüksek!” diye söze başlamak da pek makul görünmüyor.
Öte yandan Türkiye’nin pek çok kamu hizmeti açısından Avrupa’nın ilerisinde olduğunu bizzat bilen biriyim. Özellikle merkezî sağlık sistemi, sosyal politikalar, tapu kayıt, ulaşım, maliye ve vatandaşlık hizmetlerinde Avrupa’nın çok önündeyiz. Bu kadar az bütçe ile bunları yapabiliyorsak eğer Avrupa’daki oranlara ulaştığımızda kim bilir neler görürüz…
ERDOĞAN FARKI
Cumhurbaşkanı Erdoğan, sokak hayvanları konusunda şöyle konuşmuş: “Sokak hayvanları sorununu insanlara ve hayvanlara zarar vermeden çözeceğiz. Üçüncü bir yol her zaman vardır. Hem insanları hem hayvanları koruyarak bir çözüm bulmak mümkündür. Türk milleti olarak bu güzelliği ortaya koyabileceğimize inanıyorum.”
Türkiye, her konuda kendi özgün çözümlerini üretebilecek bir ülke. Hem aklımıza hem çağdaş normlara hem de inançlarımıza uygun formülleri bulabilecek kapasitemiz var. Yeter ki buna niyetimiz ve kendimize güvenimiz olsun, yeter ki kısır ve yıkıcı tartışmalara değil çözüme odaklanabilelim.
Üstelik Erdoğan’ın varlığı bu işler için büyük fırsat. Çünkü Erdoğan’ı başka siyasetçilerden ayıran önemli bir fark olaylara sadece aklı ile değil kalbi ile de bakması. Rasyonalitenin kutsandığı, inancın ve merhametin kapı dışarı edildiği bir çağda sadece bizim değil tüm dünyanın ihtiyacı olan bakış da bu.