Hz. İbrahim denilince akla “itaat” gelir

 “Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi. O’nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah) Onu seçti ve doğru yola iletti. Ve Biz ona dünyada bir güzellik verdik; şüphesiz o, ahirette de salih olanlardandır.” (16/Nahl, 120-122) Hz. İbrahim denilince, aklımıza Allah’a itaat etmenin önemi gelmektedir.

Hz. İbrahim denilince akla “adayış” gelir

 Adayış ve adanış denince akla ilk gelenler, peygamberler olur. İbrahim (a.s)’ın oğlu İsmail’i adayışı, Yahya (a.s)’ın canını adayışı, Hz. Peygamber’in yurdunu, evini-barkını adayışı bizim için en güzel örneklerdir. İhtiyarlık çağına gelinceye kadar evlat özlemi çeken Hz. İbrahim’in, onca özlemden sonra kendisine bahşedilen İsmail’i gözünü kırpmadan adayışında ve İsmail’in Allah’ın buyruğu karşısındaki teslimiyet ve adanışı bizim için ne büyük dersler içermektedir. (Bkz. 37/Saffat, 100-110) İbrahimce adayış, İsmailce adanış bilinciyle “Benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (6/En’âm, 162) ayet-i kerimesini hayatının düsturu edinenlere ne mutlu…

Hz. İbrahim denilince akla

“ Kâbe ve Hac” gelir

 Allah Kuran’da Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail ile birlikte Kâbe’yi inşa ettiğini bildirmektedir. “İbrahim, İsmail’le birlikte Ev’in (Ka’be’nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle duâ etmişti): “Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin” (2/Bakara, 127) “Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ’be’dir. Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır. (3/Al-i İmran, 96-97) Kâbe, insanlar için bir toplanma ve birarada Allah için ibadet etme yeridir. Tevhid inancına sahip olan Müslümanlar İslâm’ın beş esasından biri olan hac ibadeti ile bir arada ibadet etme saadetine ererler. Hac, Müslümanların birliğini ve bütünlüğünü, İslâm kardeşliğinin manevî temelini oluşturur.

Hz. İbrahim denilince akla “kurbam”gelir

Allah’a adamaya söz verdiği oğlunun gırtlağına bıçağı dayayacak kadar fedakâr bir peygamberdir Hz. İbrahim. “Ey oğulcuğum, rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm, buna ne dersin?” dedi. Hz. İsmail; “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın, diye cevap verdi.” (37/Saffat, 102). Hz. İbrahim (as) ve İsmail (as)’in bu teslimiyetini Allah mükâfatlandırdı. İsmail (as)’in yerine büyük bir kurbanlık verdi. (37/Saffat, 107). Bu ayetten, Allah’a teslim olanı bıçak bile kesmediğini görüyoruz. Kurban, Allah yolunda fedakârlığın ona teslim olmanın ifadesidir. Mü’minler Kurban kesmekle, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in şanlı hatıralarını anmakta, tazelemekte ve gerektiğinde kendilerinin de aynı teslimiyet ve fedakârlığa hazır olduklarını ifade etmektedirler. Tabii ki, et değil, kan değil; Allah’a takvâ ulaşır (22/Hac, 37). Kurban bizim takvâmızı içerdiği oranda makbul bir ibâdettir. Kurban, fedakârlık, vefâ, ihlâs, ve cömertliğin sembolüdür. Kişilik kazanılmasında da etkisi büyüktür.

Hz. İbrahim denilince akla

“misafirperverliği” gelir

 “Andolsun, elçilerimiz İbrahim’e müjde ile geldikleri zaman; “Selam” dediler. O da: “Selam” dedi (ve) hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi.” (11/Hud, 69) Görüldüğü gibi Hz. İbrahim, konuklarına karşı çok üstün bir misafirperverlik örneği göstermiş, hemen çok güzel ikramlarda bulunmuştur. Hz. İbrahim’in misafirlerine hemen ikramda bulunması, onun üstün ahlakının bir tecellisidir. Hz. İbrâhim (a.s.) çok misafirperverdir (15/Hicr, 51)

Hz. İbrahim denilince akla “duâ” gelir

 Hz. İbrahim (a.s.)’da Allah’a şöyle yalvarmıştı: “Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver, dedi.” (37/Saffât, 100. ) “İşte o zaman biz O’nu (İbrahim’i) halîm (uslu) bir oğul (İsmail) ile müjdeledik.” (37/Saffât, 101) Ayrıca İbrahim (a.s.)’de kendisine çocuk ihsân eden Allah’a şöyle duâ etmiştir: “İhtiyar halimde bana İsmail’i ve İshak’ı lutfeden Allah’a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duâyı işitendir.” (14/İbrâhim, 39) Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri, namazı devamlı kılanlardan eyle. Ey Rabbimiz! Duâmı kabûl et!” (14/ İbrâhim, 40) Anne ve babaya çocuk nimeti sadece Allah Teâlâ tarafından verilebilir. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: “...Servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık; sayınızı daha da çoğalttık.” (17/İsrâ, 6) Sadece kendisi değil; âilesi de Allah’ın rahmet ve bereketine mazhar olmuştur (11/Hûd, 73). Ayrıca Hz. İbrâhim’in babası için Allah’tan af dilediği, fakat bu dileğinin kabul edilmediği belirtilmektedir (19/Meryem, 41-50; 9/Tevbe, 114). Hz. İbrahimin hayatına baktığımzda, bizler için çok güzel örnekler olduğunu görüyoruz. Tabii ki, bütün peygamberlerin kıssalarından ibret ve öğüt almalıyız. Allah’a samimi bir kul olmak için, Peygamberlerin hayatlarından öğüt alanlara ne mutlu!