Omertanın yetişmediği yerde rabarba. Rabarbanın yolunu açan omerta. Ya da ilk yarı omerta, ikinci yarı rabarba. Hatta ikisi birden hem omerta hem rabarba. Aynı anda ve eş güdümlü...
Önce omerta
Omerta, mafyanın suskunluk yasası. Konuşma yasağına uymayanın öldürülerek susturulması kuralı. Affı yok!
Tavşantepe köyü, Narin cinayetinde, bu yasanın billur bir örneği olarak çıktı karşımıza. Masif bir ahaliydi. Ek yeri olmayan, tam bütünlük içinde, topak bir topluluk.
Narin’in kaybolması başta, kimsenin suçlanmadığı, masum bir olay olarak duyuldu. Sekiz yaşındaki Narin ortada yoktu. Aramalar, soruşturmalar başladı.
Tavşantepeliler, uzun uzun sustular. Köydeki aidiyet hissi çok kuvvetli, dayanışma çok yüksekti. Kimse kuralı bozmak, ‘ayrık otu’ olmak istemedi. Konuşmak, bildiklerini, gördüklerini anlatmak, katil de olsa yakınındakini satmak demekti.
Birlik olup vicdanlarının sesini bastırdılar. Konuşmak ayıptı, hainlikti. Sahte ihbarlara, yanlış yönlendirmelere yüklendiler. Uyduruktan yangın bile çıkardılar. Onlar da suskunluklarına dâhil sayılırdı. Arama çalışmalarını sakatladılar, zaman geçirdiler.
Küçük Narin’in cansız bedeni köyün yakınındaki derede bulununca durum değişti. Köy halkı, omertadan rabarbaya geçti.
Sonra rabarba
Rabarba, sinemada, tiyatroda hep bir ağızdan konuşur gibi yapan oyuncuların çıkardıkları uğultu. Kimin ne dediğinin anlaşılmadığı, kalabalık insan gürültüsü.
Tavşantepeliler konuşmaya başladılar. Gerçeği, sisler içinde gizleyerek şekilden şekle sokup çarpıtarak konuştular.
Tek tek herkes, kendi söylediklerini karmaşıklaştırarak sözlerini rabarba hâline getirdi. Köylülerin anlattıklarının tamamı üst üste konulduğunda sonuç zaten rabarbaya çıkıyordu. Dosyada berraklığa doğru yol almak bir yana, söylenenlerden bir şey anlaşılmıyordu. Soruşturma hâlen minik adımlarla ilerleniyor ve sona gelinmiş değil.
Tavşantepe değil ‘Omerta Tepesi’
Tavşantepe köyünün adı Omerta Tepesi olarak değiştirilse yeridir. Zira omerta ile çok yakından, çok derinden, beş kuşaktan bağlantılı gibi duruyor.
Belki de köyün gündelik işleyişi, nimetlerin ve külfetlerin paylaşımı, problemlerin çözümü her zaman böyleydi. İster kaçak elektrik kullanırken, ister orta boy krizlerde hep susuluyordu. Hep kenetlenerek, içe kapanarak yaşıyorlar, her vartayı böyle atlatıyorlardı.
Yalanlarla korunan sırlar hayatın her anına, köyün her köşesine sirayet etmiş olabilirdi. Belki de çocuklarını, bu geniş sırlar bahçesinde büyütüyorlardı.
Ancak şimdiki kriz büyüktü. İçe doğru sert kapanmada bir kaza(!) yaşanmış, Narin boğulmuştu. Yine de paniklemediler. Bundan 15 yıl önce, Narin’in ablası Tülin, beş yaşındayken vefat etmiş, kayıtlara ‘şüpheli ölüm’ olarak geçse de unutturulmuş, üstü örtülmüştü.
Bu defa öyle olmadı. Kamuoyu ilgilendi. Bütün dikkatler köye çevrildi. Kameralar ve devlet kapıya dayandı.
Köy halkı ve aile susmanın yollarını arıyor, rabarba denemelerine devam ediyor.
Sırlarının, günahlarının, haddi aşmışlıklarının üzerini örtmeyi sürdürüyor.
İbretlik bir köy. Önce derin bir sessizlik sonra her şeyi içinden çıkılmaz yapan bir gürültü. Araya giden bir çocuk, donan bir gülüş, solan bir çiçek.