İnsanı insan kılan en temel değer sorumluluk alabilme yetisi iken, sorumluluk alabilen kim var sorusuna bile zar atarak cevap verecek kadar kaygısız, amaçsız bir gençlik boy gösteriyor asrımızda.
Evlerimizde sokaklarımızda, eğitim kurumlarımızda...
Gençlerle karşı karşıya kaldığım demler burnumun direği sızlıyor.
Konuştukları konular, beynimde balyoz etkisi yapıyor.
Taklit ettikleri, sevdikleri, dinledikleri müzikler, giyip çıkardıkları kalbimi dağlıyor.
 Ya seyrettikleri , güldükleri ya da sapkınlık yaptıkları, saatlerce yazıştıkları,
yazdıkları, takılıp kaldıkları oyunları bir ton inciri berbat edecek nitelikte.
İsyan dumanları yükseliyor, bacalardan, pencerelerden,
 bulduğu her delikten atmosferi delmeyi bırakın, iman tahtamız delik deşik oluyor..
Ne yüzlerine ne gözlerine bakmak mümkün uzun uzun ‘içiniz bir tuhaf olmadan’.
 Kulak, burun, dudak, kaş, dil değişik boy, şekil ve renkte metal fuarını andıran konu mankenleri sanki. Gözler kedi gözüne benzetilmek için simsiyah bir makyaj,
tırnaklar pamuk prensesteki cadının tırnaklarını andırıyor .
Yalnız bir farkla, renkli.
Bazen kana batırılmış gibi kıpkırmızı, bazen katrana batırılmışçasına simsiyah, pembe, beyaz...Dönüp kendine bakmaktan acizken, küçük dağları ben yarattım dercesine delici bakışlar, gök gürültüsünü andıran pervasız ses tonu, bellerinden düşmek üzere pantolonlar, ellerinde ne anlattığı belli olmayan, çoğu zaman eskilerin ifadesi ile ‘cadı’, ‘öcü’ , hayalet’ diye tanımlanacak tiplerin başkarakter olarak sunulduğu hortlamak için, tekdüze boş hayatlarına heyecan katmak için okunan, bir de arkadaş arasında konuşurken ‘ben de okudum’ diyebilmek için okunan saçma sapan kitaplar. Rabbinin kitabını bir kez bile merak etmemişken sabahlara kadar yutarcasına bir çırpıda bitiriliveren seriler.
Sonra tüm gün okudukları ile geyik yapmalar. 
Vakti nasıl daha iyi berbat edebilirim dercesine anlamsız mesajlaşmalar, yazışmalar...Güldürürken iğrenç ,espiri niyetine yapılan küfürlü ve fahşa kelimelerden örülü bir uslubu kendisine tarz olarak seçmiş gişe rekorları kıran filimlerden alıntılar...
Lokanta gibi, hatta bar gibi kullanılan mutfaklar.
 Ailenin tek bir araya gelebildiği rezalet tv dizileri ve işlenen melanetlere şahit oturma aslında ortak olma odaları.
Mümkünse genç sayısı kadar odalara ayrılmış koridorlar.
Öyleki herkesin inine girip kış uykusuna yattığı, annenin gardiyan, babanın cezaevi müdürü gibi algılandığı yuvalar.
Kardeşlerle ise kızdırmak ya da hırpalamaya endeksli tavırlar.
Klonlanmış gibi tek tip bir gençlik akıyor tepelerden şehrin meydanlarına.
Çoğu zaman kendimi dünyanın öbür ucunda turistik bir gezide gibi hissediyorum.
Ne dillerin, ne renklerin, ne sınırların anlamı kaldı artık.
Hayatı ıskalamak, tek dünyalı, tek renk bir nesildi gizli hedefleri, başardılar.
Lakin karda açan kardelenler kadar zarif, çisentide bile mantar gibi çoğalabilen baharın müjdecisi hercai menekşelerimiz var bizim.
Bal yapmaya adanmış işçi arılarımız...
Mevsim bahar, polenler havada uçuşuyor.
Şimdi üretmek, güçlenmek, acil çözüm bekleyen veremli çağa bal sunmak gerekiyor.
Bal şifadır, bal Kur’andır, bal İslamdır. Erkam’ın evine dönüş vakti şimdi.
Dönün, öğrenin, bildiklerinizi yaşayın ve anlatın.
Eğer yürek küpünüz bal doluysa bal sızar, değilse kesif bir koku..
Neyi bekliyorsunuz kalkın ve bu uğurda ölün ki Rahman’a sunmak varken can kuşunuzu birileri canınıza kastederek hayatınız adına zar atmasın.