İsrail, devam eden ateşkes görüşmeleri ve Hamas’ın yapıcı tavrına rağmen neden Refah’a saldırmaya başladı? Ateşkesle birlikte İsrailli rehinlerin serbest kalması neden arzu edilmedi? Netenyahu’nun savaş kabinesi hangi saiklerle savaşı daha da derinleştirmek ve bir milyondan fazla sivilin yaşadığı birkaç kilometrekarelik bir alanı yok etmek istiyor? Hem de ABD ve AB gibi ülkelerin baskısı ve İsrail’e karşı yükselen küresel nefret pahasına…
Yukarıdaki soruların rasyonalitesi ortadayken İsrail adına akılcı bir siyasetten bahsedebilmek mümkün değil.
Netanyahu ve onun aşırı radikal siyonist aktörlerden oluşan savaş kabinesi uzun bir süredir rasyonalitesini kaybetmiş bir şekilde teo-politik hezeyanlarla hareket ediyor. 7 Ekim’de uzun yıllardır devam eden İsrail işgaline yönelik Filistin direnişinin bir tepkisiyle başlayan çatışmalar “Vadedilmiş Topraklar”ın ele geçirileceği ve büyük İsrail’in kurulacağı bir fırsat olarak görülüyor. Her ne kadar Netanyahu’nun kendi iktidarının devamı da çatışmaların derinleşerek devam etmesine bağlı olsa da bunun ötesinde İsrail’i kuran siyonizm için büyük bir “hayal” söz konusu. Bu hayalin önündeki engellerin başında da elbette Filistin direnişi geliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da son grup toplantısında bu açgözlü sapkın hayale işaret ederek “Bu azgın devlet, eğer durdurulmazsa 'Vadedilmiş Topraklar' hezeyanıyla gözlerini er ya da geç Anadolu’ya dikecek. Hamas, Gazze’de Anadolu’nun ileri hat savunmasını yapıyor.” söylemleriyle net bir şekilde durumu ortaya koymuş durumda. Bu ifadeler 7 Ekim’den bugüne Türkiye’nin İsrail’e karşı en net söylemlerini oluştururken, Türkiye sahadaki gerçekliğin farkındalığıyla İsrail’in Gazze’de gerçekleştirmeye çalıştığı soykırımı engelleyebilmek adına elinden gelen çabayı gösteriyor.
Bu bağlamda Türkiye, bir yandan uluslararası siyaseti harekete geçirmeye çalışırken bir yanda da bölgesel aktörlerle İsrail’e karşı bir koalisyon oluşturma çabasında. Yine tek taraflı siyasi ve ekonomik adımlarla İsrail’i baskı altına alma gayretinde. Ancak maalesef İslam ülkelerinin, Gazze’de yaşanan soykırım ve arkasındaki saiklere ilişkin yeterli duyarlılığının olmadığını görüyoruz. Körfez ülkeleri neredeyse tarafsız kalan bir siyaset izlerlerken son dönemde ise Türkiye ile birlikte kısmen Mısır’ın öne çıktığı söylenebilir. İsrail’in özellikle Refah Sınır Kapsı’nı ele geçirmesi ve bölgeye saldırmaya başlaması Mısır’ı ciddi anlamda korkutmuşa benziyor. Mısır kendi ulusal güvenliği bağlamında Gazzelilerin Sina Yarımadası’na tehcir edilmelerini kesinlikle istemiyor ancak İsrail’in sahada attığı her adım Gazzelileri tehcire biraz daha yakınlaştırıyor.
7 Ekim’den bugüne İsrail’in Gazze sahasındaki askerî hareket tarzına baktığımızda, tüm Gazze’yi özellikle de sivil altyapı ve üstyapıyı imha ederek insanlardan arındırmak üzerine dizayn edildiğini görüyoruz. Bu bağlamda Refah’ın hedef alınmaya başlanması da benzer bir stratejinin tamamlanması adına yapılıyor. Filistinlilerin deniz ve küçük bir kara sınırı ile dünya ile bağlantısı olan Gazze’yi yaşanmaz kılarak olası bir “Filistin Devleti”ne ilişkin var olan küçük umutları da yok etme arzusunda. Gazze’nin ardından Batı Şeria ve Kudüs de adım adım yerleşimciler ve diğer terör politikalarıyla Filistinlilerden arındırılacak, böylece vadedilmiş büyük İsrail için bir adım daha atılmış olacak.