EBRU OKANLAR

Ben 1976 doğumluyum. 12 Ağustos’ta 47 yaşıma girdim. Evlad-ı Fatihan bir ailenin mensubuyum, Sancak’tan gelmiş ailem, Novi Pazar’dan. O zaman tabi eski Yugoslavya var. Şimdi ise dağıldıktan sonraki Yugoslavya. Novi Pazar, Sırbistan topraklarında kalıyordu ama yüzde 97’si Müslüman bir halk. Akrabalarımın çoğu da oradan. Küçük bir şehirde büyüdüm, çocukluğum orada geçti; Lüleburgaz’da tabi orada bu hayalleri kurmak biraz daha zor. Küçük yaştan beri oyuncu olmak istediğim için aktör olma aşkıyla büyümüş bir çocuğum. Hayatımda ilk defa okul piyesinde ilkokuldayken 9 yaşında sahneye çıkmıştım.

Çocukken aktör olmak istediğinizi söylediniz, sizi ne etkiledi?

Hiçbir şeyden etkilenmedim aslında. Daha etkilenecek yaşta değildim, 9 yaşındaydım. İlkokula gidiyorum, “Çakılı” diye bir müsamere oyununda bir paragrafım vardı, onu oynamıştım. Sonra 11-12 yaşında, Lüleburgaz'da “Oda Tiyatrosu” diye 15 tane demir sandalyesi olan küçük bir tiyatroda benden büyük ağabeyler vardı. Tiyatro oyuncuları -ki orada taşrada çok rağbet gören bir şey değil o zaman tiyatro- onlara böyle yalvar yakar ‘Çocuk’ karakterleri bana oynatıyorlar ya da oyunların içine küçük çocuk rolleri ilave ediyorlardı. Böyle başladı maceram. Dediğim gibi küçük bir yerde büyüdüm. Hayalimizin hani gönlümüzde yatan istediğimiz işin peşinden koştuk. Çünkü oradaki insanlar aktörlüğe şöyle bakıyorlar; oradaki yaşlı teyzeler. “Ya teyzecim ben bir aktörüm, bir oyuncuyum.” dediğimde, “Ne güzel ama ne iş yapıyorsun?” diyorlar. “Yani sigortalı olarak hangi fabrikada ya da hangi iş yerinde çalışıyorsun?” diye soruyorlar çünkü aktörlük bir meslek değil onlar için. Tam anlayamadıkları bir şey yani aktörlük.

Sanat, ailemizin her zaman içindeydi. Benim kardeşim de bir sanatçı: Yiğit Uçan. Oğlum da bir sanatçı: Batın Uçan. Sevgili eşim, Gülşah Hanım o da bir aktris ve sanatçı. Benden bir yaş küçük kardeşim o da bir aranjör. Kayınbiraderim yönetmen. Ailemizin içinde sanat, çocukluğumdan beri her zaman vardı. Tabii çok bolluk, refah içinde bir çocukluk geçirmedim. Buna rağmen aşkımdan asla vazgeçmedim. Allah kısmet etti, nasip etti, iyi işlerin içinde olabilmem için yani iyi projeler içinde oynayabilmek için yardım etti bana. Çok çalıştım, iyi bir aktör olabilmek için. Hâlâ da, ‘inşallah büyüyünce aktör olacağım’ diyorum. Yani elimden gelen her şeyi yapıyorum.

Çocuklarınızın da ister misiniz aktör olmalarını?

Ben hiçbir baskı yapmadım. Batın, en büyük oğlum 27 yaşında. Ona hiç böyle bir yönlendirmem olmadı, kendi tercihiydi. Haktan, ortanca oğlum fen lisesinde okuyor. En küçük olan Şems, 3,5 yaşında daha. Gönüllerinde yatan, hayatlarında yapmak istedikleri her mesleği yapabilirler. Ben sonuna kadar arkalarındayım onların. Yeter ki hakkıyla yapsınlar. Ne yapmak istiyorlarsa yapsınlar, ama en iyi şekilde yapsınlar.

Cem Bey nasıl bir babadır?

Her anne-babanın olduğu gibi benim evlatlarım da benim için çok kıymetlidir. Benim ailem çok kıymetli. Ailemin haricinde vicdan sahibi, tertemiz kalbi olan, hiç tanımadığım insanlar bile benim için çok kıymetli. Ben mesela her söyleşiye gittiğimde, o söyleşi bittiği zaman oraya gelen binlerce insandan helallik alırım. Her röportajımda onlardan helallik isterim. Dünyadaki en önemli kavramdır; zaman kavramı. Sizi sevdikleri için o televizyonun ya da o sinema perdesinin karşısında ya da tiyatro sahnesinde oturup hayatlarından 2-2,5 saatlerini ayırmaları çok önemli. Bir zamanı, sadece size karşı duydukları muhabbet için harcıyorlar. Bu çok kıymetli bir şey. O yüzden her zaman helallik istiyorum. Benim onlarda bir hakkım varsa sonuna kadar helal olsun. Onlar da bana haklarını helal etsinler. Aile çok önemli bir kavram. Biz örfleriyle, adetleriyle beraber büyümüş bir aileyiz. Ben de evlatlarımı hep bunlara adapte etmeye çalıştım. Onlara saygıyı, sevgiyi, küçüklerini sevmeyi, büyüklere duyulan saygıyı, örflerimizle, adetlerimizle yaşamayı aşılamak için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Boşnak bir ailenin mensubuyum, bizde örf ve âdet biraz daha ağırdır. Ben kendi hayatımı tamamen saygı üstüne inşa etmiş bir adamım. Çünkü saygı olduğu zaman zaten sevgi de oluyor, iman da oluyor, her şey oluyor, ama saygı çok önemli.

Allah'ın yarattığı her şey bizim için çok kıymetli!

Sahurları ve iftarları kalabalık tercih ettiğinizi duydum, sebebi nedir?

Üç tane oğlum var, Allah kısmet ederse inşallah kızım da olur. Çocukları çok seviyorum., Allah inşallah 1-2 evlat daha nasip eder. Misafir ağırlamayı çok seviyorum. Evime gelen insanlara kendi elimle hizmet etmeyi, kendi elimle bir şeyler yedirmeyi, içirmeyi, kalabalık sohbet etmeyi çok seviyorum. Türk ailelerinde genelde böyledir. Bizim Boşnak ailelerinde biraz daha yoğun bu durum. Eşim de çok seviyor. Allah gönlüme göre bir zevce nasip etti bana, kalabalık aileyiz. Çok daha fazla ses, daha fazla neşe, daha fazla sevgi… Kalabalık benim için çok huzur ve mutluluk verici bir şey. O yüzden aile bizim için çok kıymetli. Büyüklerimiz, atalarımız çok kıymetli, evlatlarımız, kendi insanımız çok kıymetli. Kendi vatandaşımız, kendi milletim çok kıymetli. Sadece aile olarak da bakmıyoruz bu duruma. Allah'ın yarattığı her şey bizim için çok kıymetli.

“Payitaht Abdülhamid” biliyorsunuz uzun soluklu bir işti ve çok keyif alarak içinde var olduğumuz bir işti. Kulakları çınlasın; sevgili Bülent İnal dostum, abim, arkadaşım çok iyi bir iş çıkardı. Ben üçüncü sezonda dahil oldum diziye. Çünkü ondan önce “Deliler: Fatih'in Fermanı” çekiyordum. “Bülent ağabey ayrıca çok iyi bir Abdülhamid profili çizdi. Hatta şöyle bir şey oldu; Bülent ağabey normal hayatında da kambur duruyor. Çünkü Sultan Abdülhamid biliyorsunuz skolyoz rahatsızlığı olan bir zattı. Bülent ağabeye; “Ağabey sen dizi bittikten sonra hemen bir pilatese falan başla.” demiştim. Çünkü adam beş sene boyunca böyle durdu.

“Payitaht Abdülhamid” çekerken belki duymuşsunuzdur dördüncü sezonunda çok ciddi bir kaza geçirdim. Kırılan kemiklerim oldu ve benim için gerçekten zor bir süreçti. Yani beşinci sezon bittikten sonra biraz dinlenmek istedim, ama dinlenmeme çok izin vermediler. Arada “Kırmızı Oda” diye bir dizi var. Yapımcısı ve yönetmeni çok yakın arkadaşlarım, onlar bir ricada bulundular, gidip onlara misafir oldum.

Yeni projelerinizden bahseder misiniz?

Kanal D’nin artık fenomen olmuş dizisi “Arka Sokaklar” ile anlaştım. Sevgili Türker ağabey, biz çok seviyoruz kendisini. O böyle bir teklifte bulununca onu kırma gibi bir şansım yok, seve seve kabul ettim. Seyirciler bu dizide beni bugüne kadar belki hiç görmedikleri şekilde, agresif bir karakterle görecekler.

Onun haricinde “Metamorfoz” isminde projemiz var. Bu proje, siyasi anlamda da kültürel anlamda da bizi çok ciddi etkilemiş ve derinden ilgilendiren bir hikaye anlatacak. Ege’de düşürülen F16’nın içinde şehit olan bir vatan aşığı pilotumuzun, şehidimizin naaşına hala ulaşılamadı maalesef. TRT’ ye çekeceğiz. Kendi kanalımız artık TRT; ailemiz, yuvamız gibi oldu. Çok iyi, ciddi dönüşler olacağına inanıyorum. Bu arada bu halimi siz bu röportajı yayınlandığınızda görecekler. Normalde sakalımı kesmem gereken projeleri çok tercih etmiyordum. Bu rolü, böyle bir karakteri oynamak benim için bir onurdur. O yüzden hiç saç, sakal düşünmedim açıkçası; ikisini de kestim. 3,5 yaşında oğlum tanımadı evde beni. “Korktum baba” dedi.

Ödüllerimi vatanım Türkiye’de ve kalbi yaralı Bosna’da şehit düşenlere, vatan sevdası için toprağa düşmüş askerlerimizin adına alıyorum.

Ödülleriniz olduğunu biliyoruz, ancak sosyal medya hesaplarınızda paylaşmadığınızı fark ettim. Bunun sebebi nedir?

Yalnızca 1-2 tanesini paylaştım. Ben çok fazla sevmiyorum öyle işleri duyurmayı, ‘Şurada da ödül aldım, burada ödül aldım’ demeyi sevmiyorum. Benim için dünyadaki en büyük ödül; bu ülkede, dünyada insanların beni Cem Uçan olarak insanların bağrına basıyor olmasıdır. Bu durum hayatımdaki en büyük ödüldür. Sokakta gördüğünde yaşlı bir teyze, yaşlı bir amca gelip kendi evlatlarına sarılır gibi boynuma sarıldıklarında ‘İşte ödül budur’ diyorum. Evet, çok fazla ödül aldım, uluslararası alanda bir sürü festivalde ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülleri aldım. Ya o kadar çok fazla ödül aldım ki yani isimleri bile tam aklıma gelmiyor. Dediğim gibi 1-2 tanesini paylaştım; video görüntüleriydi. Onu da şundan dolayı paylaştım; her ödül töreninde, ödül verdiklerinde bir konuşma yapmamı istiyorlar ve ben bu konuşmayı kendi kariyerimden bahsetmeyi ya da ‘ben aslanım, ben kaptanım, ben uçuyorum’ diye anlatmak yerine Vatanım Türkiye’de ve kalbi yaralı Bosna’da şehit düşenlere, vatan sevdası için toprağa düşmüş askerlerimizin adına aldığımı söylüyorum. O yüzden sırf onları anlatabilmek, onları yad edebilmek adına paylaşmıştım. Evet, bu ödüller çok kıymetli; insanlar size kıymet veriyorlar ve sonuçta ödüllendiriyorlar. Ama benim için en büyük ödül; işte o 70 yaşında teyze gelip benim boynuma sarılıyor ya, bu benim için daha kıymetli. Bu benim için dünyanın en büyük ödülüdür.

BENİ SOKAKTA GÖRDÜĞÜNÜZ ZAMAN FOTOĞRAF ÇEKTİREBİLİRSİNİZ, SOHBET EDEBİLİRSİNİZ.

Sanatçılar nasıl yaşarlar? Gerçekten bizim gibi mi yaşıyorlar?

Hakikaten bunu çok merak ediyorlar. Benim mesleğim oyunculuk ve bu mesleği; ‘3-2-1 kayıt ve kestik’ sözleri arasında yapabiliyorum. Ben çekim haricindeki zamanlarımda Cem olarak, yani; Aysel Uçan' ın ve Murat Uçar'ın evlatları olarak, Şems’ in ve Batın’ ın babası olarak, Gülşah Hanım’ ın eşi olarak hayatıma devam ediyorum. O oyun meselesini 24 saate yayamıyorum. Ya da şöyle; şimdi bize çay getiren arkadaştan beni ayıran tek şey; benim görsel bir iş yapıyor olmam ve görsel bir iş yaptığım için televizyon ekranında, sinema ekranında, tiyatro sahnesinde bir iş yaptığım için o çayı getiren arkadaştan tanınırlığımın daha fazla olması, onun haricinde ondan hiçbir farkım yok. Yani onun gibi iki kolum var, iki bacağım var. Belki Allah katında benden çok daha kıymetli bir insandır. O yüzden bizim insanlarımızın da ekranda iş yapan insanları, benim gibi insanları çok fazla büyütmelerine gerek yok. Sadece bizim mesleğimiz bu. Ben bir doktorun, bir cerrahın benden mesleki anlamda daha kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bir eğitimcinin mesleki anlamda benden çok daha kıymetli olduğunu düşünüyorum. Az önce de söylediğim gibi, 24 saat oyunculuk yapamıyorum. Çünkü ‘kestik’ dediğimiz anda ben Cem’im, beni sokakta görebilirsiniz, benimle konuşabilirsiniz. Benden hiç kimsenin çekinmesine gerek yok, benimle herkes fotoğraf çekebilir, bin kişi çekilebilir. Ben kimseye of demem, beni kolumdan tutup bir yerin önünden geçerken ‘Ya otur şurada bir çay içelim’ derseniz vaktim varsa oturur çay içer, sohbet ederiz, birbirimize sarılırız, fotoğraf çekiliriz. Hiçbir sıkıntı yok. Biz hepimiz bu ülkenin, bu coğrafyanın insanlarıyız. Bizim işimiz de çok önemli ve yaptığımız işler kıymetli.

Oynadığımız karakterler çok kıymetli. Milyonlarca insan seyrediyor. Mesela, çocuğu yeni doğmuş adam, evladının kimliğinin fotoğrafını çekip bana göndermiş; adını Cem koymuş, Aliyar koymuş, Gökkurt koymuş. Evladının adını benim ismimi koymuş. Şimdi ben o insana nasıl değer vermem? Ben kendi evladıma desem belki yarın öbür gün çocuğun olduğunda benim adımı koy diye, ‘Ya baba ben belki başka bir şey düşünmüştüm’ diyebilir. Seni hiç tanımayan bir insan sana o kadar kıymet ve değer vermiş, onun kalbinde öyle bir yere yapmışsın ki dünyaya gelen evladının adını Gökkurt koymuş. Şimdi bana diyorlar ki “Biz Aliyar öldüğünde cenaze namazını kıldık, öldük ağlamaktan.” Neden çok seviyorsun? Çünkü onun yüzde 70’i Cem, yüzde 30’u benim mesleki anlamda üstüne koyduğum bir şey. Aliyar, Gökkurt ve diğerleri; hepsi benim kendi kişisel karakterimle harmanladığım şeyler. Bunlar benden çok bağımsız karakterler değiller.

Pandemi desek?

Pandemi, biliyorsunuz her sektörü etkiliyor. Sinema sektörünü özellikle çok etkiledi. Dünya kadar çekilmiş film, çok büyük paralar harcanmış filmler, 2 - 2,5 sene boyunca sinema salonları açılana kadar hepsi rafta kaldı ve bu çok ciddi bir kayıptır yapımcılar için. Yeni yeni toparlanıyorlar, işte son yapılan o filmlerle biraz daha moralimiz düzeldi. Birkaç film çok ciddi şeyler yaptı. Demek ki sinema seyircisi hâlâ var diyorum. Daha motive olmaya başladılar ve salonlara gelmeye başladılar. Dizi sektörü ve sinema sektörü çok kısa bir zamanda hızla ilerledi Türkiye'de. Sürekli üstüne koyarak gidiyor. Biz çok gelişerek büyüyen bir sektörüz; hem teknik anlamda hızlı tüketiyoruz ve hem de teknik anlamda da çok hızlı büyüyoruz. Bunun yanında dünyada çok fazla ülkeye dizi ihracat yapıyoruz. Bizim Türk dizilerinden Türkçe öğreniyorlar. Ben daha da gelişeceğini düşünüyorum. Önemli olan iyi hikayeler yazabilmek. Bizim işte maalesef en büyük sorunumuz bu; hikayeler ve senaryo. Şu anda son dönemde gördüğümüz televizyonda iyi reytingleri olan diziler; uyarlama diziler genelde Yoksa biz sektörel anlamda iyi çekiyoruz, iyi aktörlerimiz var, iyi aktrislerimiz var. Çok iyi bir senaryodan kötü bir iş çekebilirsiniz ama kötü bir senaryodan çok iyi bir iş çekemezsiniz.

Son dönemlerde biliyorsunuz yurt dışına çok fazla dizi film satıyoruz, gönderiyoruz. Örneğin Los Angeles'taki bir sinema salonunun önünde bir Türk filminin afişini göreceksin ve orada bir kuyruk olacak. İşte o zaman diyeceğiz ki biz bu işi dünyaya yapıyoruz.

Ödülleri şehitler adına alıyorum

Filitinta, Payitaht Abdulhamid, Deliler gibi birçok dizi ve filmde oynadığı karakterlerle gönüllerde taht kuran Cem Uçan, kazandığı ödüller için “Şehitler adına alıyorum” dedi. “Sokakta bir teyze, bir amca evladına sarılır gibi boynuma sarıldığında ‘Asıl ödül budur’ diyorum” diyen Uçan, “Her ödül töreninde, vatanım Türkiye’de ve kalbi yaralı Bosna’da şehit düşenler adına aldığımı söylüyorum” ifadelerini kullandı.